![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Mehmet Akif'ten Nazım Hikmet'e..Başka önemli sorunumuz kalmadı ya.. Rahmetli Esad Coşan'ın hangi mezarlığa defnedileceği meselesini, bir kriz konusuna dönüştürerek çözdük.. Şimdi de sırada, şair Nazım Hikmet'in cenazesinin Türkiye'ye getirilmesi ve Nazım Hikmet'in vatandaşlığının iade edilmesi meselesi var.. Ölümün bile bitiremediği kavgalarla ve kişilere dönük nefret kampanyaları ile geçiriyoruz yıllarımızı.. Hala, Padişah 2'nci Abdülhamid'in iyi bir yönetici olduğunu ve olmadığını, güncel bir öfkeyle tartışanlar var aramızda.. "Rejim" ise, bireylerden daha akıllı.. "Resmi ideoloji", ölenlerden çok yaşayanlarla ilgileniyor.. Yargı kararı ile idam edilen rejim düşmanları, sonra anıt-mezarlara gömülüyor.. İstiklal Mahkemesi'nde mahkûm edilenler, sonra milletvekili oluyor. "Laik Cumhuriyet'in tehdidi" olarak tutuklanan, idam istemiyle yargılananlar arasında, sonradan bakan olanlar, Millet Meclisi Başkanı seçilenler var. "Rejim"in susturduğu gazeteciler arasında, sonradan "Basının onur listesi"ne girenler çıkmadı mı? Yakın tarihe ilgi duyuyorsanız, Adnan Menderes'in, Ömer Rıza Doğrul'un, Ali Fuad Cebesoy'un, Kazım Karabekir'in, Hüseyin Cahid Yalçın'ın, Ahmet Emin Yalman'ın ve benzer serüvenleri yaşayanların biyografilerine, bir göz atın.. Ya yaşarken "rejim"le uyuşamadıkları için yurt-dışına kaçan veya giden insanlarımızın öyküleri? Yıllar önce, kağıt paraların üzerinde şair Mehmed Akif Ersoy'un portresini görünce, kimbilir o kuşaktan kaç kişi şaşırıp kalmıştı.. Mehmet Akif hem ilk Meclis'te Burdur milletvekiliydi, hem de "İstiklal Marşı"nın yazarıydı.. Ama "Cumhuriyet Devrimleri"ni kabul etmedi.. 1926'dan 1936'ya kadar Mısır'da, kendi isteği ile yarattığı bir sürgünde yaşadı.. Hasta olarak aynı yıl Türkiye'ye döndü, öldü ve Edirnekapı Mezarlığı'nda defnedildi.. Eğer Atatürk yaşasaydı, herhalde "İstiklal Marşı"nın güftesi de değiştirilecekti.. 1937'de, "Ulus" gazetesinde açılan yarışma, yeni bir İstiklal Marşı arayışının ifadesiydi.. Şair Nazım Hikmet de, "Rejim"le kavgalıydı.. Ama Mehmet Akif, "sağ"dan, Nazım Hikmet ise "sol"dan karşıydı rejime.. İlk kez 1926'da, gıyabında 15 yıla mahkûm edildi.. 1928 affı ile dönebildi Türkiye'ye.. Sonra da, 1938'de iki ayrı askeri mahkemede toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm oldu.. 1950'deki 5677 sayılı Af Kanunu ile cezasının 3'te 2'si indirilince tahliye oldu.. Kaçarak gittiği Moskova'da, zorunlu olarak Stalin'e övgüler düzerken, öldüğü 1963'e kadar, Türkiye'ye hasret şiirleri yazdı.. Mehmet Ali Ağca'nın Papa'yı öldürme teşebbüsü ile şöhrete kavuşmasına kadar, Nazım Hikmet, Atatürk'ten sonra dış dünyada en fazla adı bilinen Türk'tü.. Eğer insanları yaşıyormuş gibi ele alırsanız ve o dönemin şartları hala varmış gibi düşünürseniz, bazılarınız Mehmet Akif'e, bazılarınız da Nazım Hikmet'e takık olarak, öfkenizi ve tepkinizi seslendirirsiniz. Unutmayın ki, rejimler her dönemde birilerini (veya muhalifleri), "düşman" ve hatta "vatan haini" ilan edebilir.. Atatürk'ün "Büyük Nutuk"ta sıraladığı (1927) "muhalifler listesi"ndeki isimlere, o dönem Türkiyesinde siyasi hayat hakkı tanınmazdı.. Neticede Padişah 2'nci Abdülhamid'in birbirlerine tam zıt görüşleri seslendiren muhalifleri Prens Sabahattin ve Namık Kemal de, yurt dışına gitmek zorunda kalmamışlar mıydı?.. Bizler, ölüleri, o dönemin şartları içinde değerlendirmeyi denemeliyiz.. Nazım Hikmet'i Türk vatandaşlığına geri alıp, cenazesini yurda getirirsek, bundan kıyamet kopmaz.. Bir "şair"e, ölümünde özen göstermiş oluruz. ŞAKA
Yerleşene bak!..
Cotarelli ve ekibi, "Hazine"ye yerleşmiş.. Bari Ecevit ve ortakları da İMF'nin kasalarına yerleşselerdi.. Neyse.. Bu yerleşme meselesi onların sorunu.. Merak ettiğimiz, Cotarelli'nin Hazine'de ne bulacağı.. Bir şeyler bulursa, biz ellerinden almasını biliriz.. 28 ŞUBAT - ZEDELER
Dinç Bilgin ve Enver Ören..
Medyadaki "28 Şubat-zedeler" konuşulunca, akla hep yazıları kesilenler, susturulanlar, andıçlara konu edilenler geliyor.. Oysa "28 Şubat-zedeler"in medyadaki en çarpıcı isimleri, Dinç Bilgin, Enver Ören gibilerdir.. 28 Şubat, medyayı yozlaştırmış, gazete sahiplerini mesleklerinden ve özlerinden kopartmıştır.. Dinç Bilgin, 28 Şubat'a kadar "sivilci", "liberal", "dünyaya açık", "serbest rekabet"e inanan, gerçek bir "gazeteci-patron"du.. Enver Ören de, dişi ve tırnağı ile, ter dökerek büyüttüğü Türkiye Gazetesi'nin başarısına kaderini bağlamış, "milliyetçi", "muhafazakâr" ve hatta "maneviyatçı" bir "patron-emekçi"ydi.. 28 Şubat, Dinç Bilgin ve Enver Ören'i birbirine benzetti.. İkisi de "devletçi", "laikçi" ve "banker" oldular.. Rejimle iyi geçindikleri ve derin devletin yanında durdukları takdirde, başlarına hiçbir şey gelmeyeceğine inandılar. Hem mesleklerinin ve varlık sebeplerinin gereklerini, hem de "hesap"ı unuttular.. Sonuçta onlar, gazeteleri ve televizyon kanalları ile değil, "Etibank" ve "İhlas Finans"la biliniyorlar kamuoyunda.. Onlar birer kader kurbanı, birer 28 Şubat-zededir.
mehmetbarlas@attglobal.net
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|