YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Statükocu refleks

Bir devletin yönetimi biçimi, rejimi zamanla değişikliklere uğrasa, hatta devrim çapında köklü alt üst oluşları yaşasa bile değişmeyen özellikleri vardır. Bu durum, özellikle devlet ve siyaset geleneği olan toplumlar için daha belirgindir. Çarlık Rusyasını devirip Sovyet sistemini getiren Bolşevik devrimi sadece Çarlık Rusyasının toprak mirasını devralmadı; ideolojisi farklı da olsa siyaset ve devlet geleneğini de devraldı. Sovyetler'in yıkılmasıyla ortaya çıkan Rusya Federasyonun, kapitalist dünyaya yönelse de Sovyet döneminin reflekslerinden, Çarlık Rusyasından bu yana aktarılıp gelen devlet geleneğinden koptuğu iddia edilebilir mi?

Aynı durum, İran devrimi için de geçerlidir. Binlerce yıla uzanan İran devlet geleneğinin Şah'ın kaçmasıyla tümüyle ortadan kalkmasının, mümkün olmadığını zaman göstermiştir. Sistemin ideolojik eğilimleri değişse bile siyasal erkin devraldığı siyaset geleneği, tutum ve davranışları bir tür devlet genetiği şeklinde gelecek nesillere aktarılacaktır. Bu durum devlet geleneği olan her siyasi varlık için geçerlidir.

Türk dış politikasının uluslararası ilişkilerde yönünü, tercihlerini belirleyen ideolojik tercihlerinin mirası üzerine kurulduğu Osmanlı sisteminden çok farklı olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Ancak dış politikada, diplomatik ilişkilerde geliştireceği tavırlarda hariciye geleneğinin belirleyici olmadığı da iddia edilemez. Türk hariciye geleneği, Osmanlıdan bu güne gelişen diplomatik refleks; devlet geleneği ve sistemin kendi dışındaki siyasal varlıklarla ilişkilerini belirleyen devralınmış algılayış tarzından bağımsız değildir.

Özellikle son iki yüz yıllık sürekli gerilemenin getirdiği küçülme, parçalanma, güvenlik gibi korkular Osmanlı devlet adamlarının siyaset tarzını belirledi. Bu, korku algılamasının Cumhuriyet döneminin dış politikalarına da (sadece dış politikada olsa yine iyi) damgasını vurduğunu gelişmelere bakarak söyleyebiliyoruz. Güvensizliği beslediği değişik korkular, Osmanlının son zamanlarından itibaren devlet adamlarında, özellikle hariciyecilerin tutumunda statükoyu korumaya yönelik refleks geliştirdi. Türk hariciyesinin (mesleki anlamda çok profesyonel, kurumsal ve geleneği olan bir hariciye olarak bilinir) en büyük zaafı (ve en büyük başarısı) statükoyu korumada gösterdiği performanstır. Statükoyu koruma refleksi özellikle Cumhuriyet döneminin en belirgin özelliğidir. Bu statükocu dış politika dengelerin yerli yerinde olduğu dönemde Türkiye'nin işine yaramıştır. Örneğin soğuk savaş dönemi izlenen politikalar statükoculuğun altın yıllarıdır Türk hariciyesi açısından.

Yeni durumlar karşısında yeni açılımlar, stratejiler geliştiremeyen statükoculuk, değişen şartlarda genellikle başarısızdır. Türk dış politikasının en karakteristik özelliği olarak ortaya çıkan, adeta kemikleşen statükoyu koruma alışkanlığı soğuk savaş dönemi sonrasının ortaya çıkardığı şartlara adapte olmakta çok zorlandığı bir başka gerçek. Tipik bir örnek olarak Türk Dışişleri Kıbrıs sorununu, tüm uluslar arası baskılara rağmen soğuk savaş döneminin dengeleri içinde çözüm üretmeden statükoyu sonuna kadar koruyabilmiştir. Ancak şartlar değişmiş, yeni dış politikada yeni parametreler ortaya çıkmış, statükodan çok yeni stratejilerin üretilmesi gerekmiştir.

Aynı durumu, Kafkaslardan, Balkanlara kadar geniş coğrafyada aynı statükocu refleksin yeni şartlar karşısında nasıl yetersiz kaldığını, dahası hazırlıksızlığın bu bölgede izlenen politikalara nasıl yansıdığını hep birlikte izledik. Örneğin Kosova kaynarken Türkiye'nin hala Yugoslavya'nın bütünlüğünü savunmak gibi statükoyu korumaya yönelik (gizli) politikaları gelişmeleri arkadan izlememize neden oldu. Kafkaslarda Rus kartına oynanmasının (başka pek çok nedenini yanısıra) bir nedeni de Dış işlerimizdeki statükocu tutumdur.

Avrupa Birliği güvenlik kimliği ile ilgili tartışmalardan NATO içindeki Türkiye'nin alması gereken tavırlara kadar güncel konularda izlenen politikaları amatör bir izleyici gözüyle bakanlar bile statükocu refleksimizin sonuçlarını rahatlıkla tesbit edebilirler. Dış işlerinin, Avrupa Savunma Gücünden dışlanma karşısında NATO vetosundan başka bir şey üretemeyen, başkalarının geliştirdiği pozisyonlar karşısında edilgen tavırlar almaktan öteye gidememesinin (bir) nedeni de bu.

Diplomasi sadece reaksiyoner tepkilerden ibaret değildir. Atina'nın Rum soykırımı gibi pazarlık payını artıracak adımların, açılımların önceden planlanması, stratejilerin geliştirilmesini gerektirir. Türkiye bu anlamda tepkileri, tedbirleri geriden gelen bir tutum sergiliyor.

Şimdilerde gülüp geçtiğimiz Atina'nın ortaya attığı "Rum soykırımı"nın tek başına değil bununla birlikte gelişecek kampanyalarla birlikte, bundan sonra atacağı adımları göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Zamanla savunmacı, statükocu tavrımız bu yalanı atlatmakla uğraşırken, karşı taraf bundan vaz geçmek karşılığında sizden taviz koparmayı, en azından pazarlık şansını artırmayı deneyecektir. Ermeni meselesinden, Avrupa Birliği ilişkilerine, Ortadoğudan Kafkaslara bizi doğrudan ilgilendiren alanlarda stratejik bakış açısından çıkmış bir politika izlendiği intibaını edinebiliyor muyuz?


15 ŞUBAT 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Akif Emre

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...