![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Toplumsal gerçekliğe karşı durmanın anlamsızlığıGüncel gelişmelere bağlı tartışmaları takip eden insanın ilk farkedeceği şey kaba bir tutarsızlık, bilgisizlik, ilkesizlik ve çifte standarttır. Nerede ise toplumun bütün kesimleri ilkesizlik ve tutarsızlık çirkinliğinde debelenip duruyor. Toplumun bütün kesimlerinin her konuda benzer bir tavır içinde bulunmaları elbette imkansızdır. Ama hiç olmazsa bazı temel konularda tutarlı olmak gerekmez mi? Geçen hafta merhum Esad Coşan'ın vefatı ve nerede defnedileceğiyle ilgili tartışmalara şahit olduk. Ta Avustralya'da elim bir trafik kazasında hayatını kaybeden ve dört yıldır yurtdışında yaşayan bir "sevgili" kişinin cenazesi niçin vefat ettiği yerde değil de Türkiye'ye getirilerek burada gömülmek istenir sorusu elbette tartışmaya değer. İslamî geleneğin vefat edilen yerde defnedilmesini gerektirdiği açık. Ama Merhum Hocaefendi'nin özel durumu nedeniyle mezarının Türkiye'de olmasını istemenin de anlaşılmaz bir tercih olmadığını biliyoruz. Bu sebeple işin bu yanını fazla tartışma konusu yapmak gereksiz. Bu tercih nedeniyle Bakanlar Kurulu'nun tutumu da, Cumhurbaşkanı'nın tasarrufu da farklı şekilde değerlendirilebilir. Lehte ve aleyhte söylenecek sözlerin kendi içinde anlamlı olduğunda şüphe yok. Asıl beni şaşırtan ne Bakanlar Kurulu'nun, ne Cumhurbaşkanı'nın, ne merhumun gönüldaşlarının tutumudur; şaşırtıcı olan bu vesile ile 1925'lerdeki özel şartlarda oluşturulmuş "devrimci" refleksin bütün ihtişamıyla yeniden gündeme getirilmesidir. M. Kemal'in bir konuşmasında dile getirmiş olduğu sözlerin aynen telaffuz edilerek aynı ortamın yaratılmak istenmesi çok şaşırtıcıdır. M. Kemal 1925'lerdeki özel şartlarda Türkiye'nin "Şeyhler, dervişler" ülkesi olmadığını söylemişti. Peki buna rağmen bu ülkede "Şeyhler, dervişler" olmamış mıdır? Yeri gelince toplumsal gerçekliği veri kabul ediyor, bunu görmek istemeyenleri suçluyor, eleştiriyoruz. Ama yeri geliyor toplumsal gerçekliğin imha edilmesini savunuyoruz. İşte tutarsızlık, ilkesizlik ve çifte standart dediğim şey budur. Şuraya gelmek istiyorum; tarikatlar ve onların üzerinde oturdukları tasavvuf bu ülkenin bin yıllık toplumsal gerçeğidir. Mevcutların nitelikleri, yapıları elbette tartışılabilir, ama bu ülkede tasavvufa ve bu çerçevedeki kurumlara hayat hakkı vermemek, imkansızı taleb etmek gibi bir şeydir. Konjonktürel siyasal şartlara göre birtakım düzenlemeler mümkündür, fakat toplumsal gerçekliğe savaş açmak hem imkansızı taleb etmek, hem de demokrasi ve insan hakları iddialarıyla asla bağdaşmayan bir tutumdur. Artık demokrasinin, farklılıklar ve çoğulculuk üzerinde yükseleceğini, insanların dinî özgürlüklerinin tasavvufu da içerdiğini kabul etmemiz gerekir.
ddursun@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|