T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Greko-Romen

Osmanlı İmparatorluğu'nda "yazıcı" olarak 3 kuşak ekmek yiyen "Altan Ailesi" bütün fertleriyle "en önemli düşman sayılan" kimi ülke mensuplarından çok daha ağır şekilde bu memlekette yaşayanlara saldırıyorlar. Bu davranış, onlarda "kazancın temelini" oluşturuyor. Tablet halinde millete "aşağılık duygusu" vererek geçinmek kimileri için bir hayat tarzı. Şimdi pazarlaması yapılan "Aldatmak" adlı kitapla, yeryüzünde en önemli örneklerden birini teşkil eden "Türk Aile Yapısı" yıkılmağa çalışılıyor. "Çapkın Manken" ya da şu-bu şekillemelerle Batı'da asla benzeri görülmemiş sağlam aile yapısı yerle bir edilmeğe çalışılıyor. Onların fotoğraflarına bakmağa dahi dayanamıyorum. Her ne hal ise, zaman, en büyük hakimdir. Böyle söyleyip konuyu değiştireceğim ama biliyorum ki, bu ülkede yaşayan insanları "küçük" görme ve bu bakış açısını paraya tahvil etmenin sürüp gideceğini biliyorum. Bu ülkede yaşayanların malları-mülkleri, ırzları-anaları-babaları, evlatları bu ülkede ise, hiç kimse "vatanı en çok ben seviyorum" diye övünme hakkına sahip değildir. Bir insanın, anasını-babasını, malını-mülkünü, ırzını-namusunu korumak için yaşadığı toprakları sevmesi, kendi güvenliğini korumak olur ki, hiç kimse "Vatanı herkesten çok seviyoruz" diyerekten, bu doktrine dayalı parti kuramaz. Şimdi gelelim Greko-Romen'e: Türkler, bağdaş kuran, dizüstü oturan insanlardır. Bağdaş ve dizüstü oturma bizlere "ayaklarımızı el gibi kullanma" becerisi vermiştir. Ayak parmaklarıyla resim yapanlar müşterilerini ayak parmaklarına taktıkları usturayla sakal traşı eden berberler sadece bizlere özgüdür. Ne var ki, 26 Şaban 1255 (3 Kasım 1839) tarihinde Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan "Gülhane Hatt-ı Hümayun"undan bu yana Batı'lılar, gözümüzde "Ulaşılmaz, erişilmez" insanlar gibi görülmüş, böyle lanse edilmişler. Londra Büyükelçiliği'nden alelacele İstanbul'a dönerek Gülhane Köşkü önünde "Tanzimat (Düzenlemeler)"ı okuyan ve bunun birer nüshasını İstanbul'daki yabancı büyükelçiliklere teslim ettiren Mustafa Reşit Paşa şunları söyler: "..Bundan böyle suç işleyenlerin durumları, açıkça incelenip karara bağlanmadıkça hiç kimse hakkında, açık ya da gizli idam veya zehirleme işlemi yapılamaz..." İşte tam 163 yıldan beri bu hadise sürüp gidiyor. 1683 yılında Viyana önlerinde uğranılan bozgun ve Gülhane Hatt-ı Hümayun'undan beri "yabancı hayranlığı" Türkiyemizde sürüyor. Tosuncukların göklere yükseltilmeleri bundan. Evet, ne demiştik, gelelim Greko-Romen'e: Avrupa'da sanayii toplumu gelişince Moldoown adlı bir Fransız, "Taylor Sistemi"ne göre çalışan, yürüyen şerit montajcısı işçileri, üretimi arttırmak için "Bacakları kullanmadan" (Çünkü işçiler kullanmıyorlardı) bir tür spor icadettiler. Biz de onların ardından yürüdük, 1924-1928 Olimpiyadları'na serbest değil de Greko-Romen'de katıldık. İlk Dünya Şampiyonumuz Kara Ahmed (1899) iflah edilmez bir serbestçiydi ama Paris'te Greko yaptı. Ah şu Gülhane Hatt-ı Hümayunu,-ah şu tosuncuklar!..


9 Ekim 2002
Çarşamba
 
ALİ GÜMÜŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED