|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu ahlâk dışı uygulama bizde yeni değil. Yıllardır bir takım kişilerin başı bu yöntemle yakılıyor. Başı yakılanın siyasal görüşünün ya da toplumsal kimliğinin, statüsünün ne olduğu önemli değil; önemli olan, bu kirli yönteme başvurarak insanların kirli çamaşırlarının ortaya dökülmesi ve işin daha da vahim yanı, bu yöntemle elde edilen belgenin resmî mercilerce kabul görmesidir. Vaktiyle, toplumun gözünde mahkûm edilmek istenen birisinin evine baskın yapılmış, adamın kapısı polis tarafından balyozla parçalanarak içeriye girilmiş ve adam banyodan çıkartılarak o kıyafetle görüntüleri tespit edilmiş ve bu görüntüler aylarca tv ekranlarında teşhir edilmişti. Buradaki hukuksuz ve ahlâk dışı uygulamaya kimse gıkını çıkartmamıştı. Aynı günlerde, bir başkasına (yanlış hatırlamıyorsam adamın dinî bir kimliği de vardı) bir kadın musallat edilmiş, komplo kurularak bazı görüntüler elde edilmiş ve bu görüntüler gene tv ekranlarına günlerce çıkartılmıştı. O şahıs intihar etti. Bu komployu düzenleyen gazetecinin bu intihardan sonra vicdan acısı duyduğu söylendi ve bazı meslektaşları onu: "Sen görevini yaptın" diye teselli etmeye kalkıştı. 1960 Yassıada Mahkemesi'nin kamu vicdanını rencide eden şeni uygulaması, hiçbir ahlâk ve hukuk kuralını tanımadan; bu kuralları pervasızca çiğneyerek insanların mahremiyetini paymal etmesi olmuştu. Çekmecelerden çıkartılan iç çamaşırları mahkeme huzurunda teşhir edilmiş, bir telefoncu kadının izinsiz olarak dinleyip banda kaydettiği konuşmalar, bu mahkeme tarafından dinlenmiş ve delil olarak kabul görmüştü. Şimdi aynı rezil eylemle bir kez daha karşılaşıyoruz. Bir kamu görevlisinin mahrem hali "gizli kamera" ile tespit edilmek suretiyle tv ekranlarında, gazetelerde teşhir ediliyor. Ancak bu kez, vaktiyle bu işi yapan gazeteciyi teselli eden meslektaşları, komployu kuranların araştırılıp bulunmasını istiyor. Bunu da bir merhale kabul ediyorum. Çifte standart uygulamasından da bu vesileyle ve bundan böyle kaçınılacağını ummak istiyorum. Kişiyi ipnotize ederek, uyuşturarak, işkence uygulayarak, ona komplo kurarak ağzından laf almakla, gizli kamera kullanmak suretiyle aynı uygulamayı icra etmek arasında fark yoktur. İşkenceye karşı çıkanların gizli kameraya da karşı çıkması gerekir. Çünkü bu duruma düşürülmüş olan kişi, savunma imkânı elinden alınarak bu duruma düşürülmüştür. Bu itibarla değinilen yöntemlerle elde edilen delilin resmen dinlenmemesi gerekir. Nitekim bazı MİT raporlarının mahkemelere delil olarak ibraz edilememesinin sebebi, kişinin savunmasız bırakılmış olmasında aranmalıdır diye düşünüyorum. Gizli kamera uygulamasının modern tekniğin getirdiği bir "yenilik" olması hasebiyle klasik usul yasalarında yer bulmamış olması doğaldır. Ancak madem bu imkân artık vardır ve uygulama zemini de hazır bulunmaktadır, bu durumda, bu yöntemle elde edilmiş olan "delil"in dinlenebilmesini mağdurun iznine bağlama hususunda bir usul hükmü üzerinde durulmalıdır. Tıpkı gerçekleşmesi kişinin şikâyetine bağlı olan suç kategorisi belirlenebildiği gibi, dinlenmesi kişinin iznine bağlı olan bir delil türü de ihdas edilebilir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |