T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kendi partisini arayan seçmenler ve Cuma cemaatı

Türkiye'de uzun yıllardan beri savunulan bir tez vardır: merkez sol ve merkez sağ birleşmedikçe istikrar sağlanamaz. Bu tezin doğruluğu, bu deyimlerden ne anladığımıza bağlıdır.

Türkiye'nin seçmen yapısı, aşağı yukarı elli yıldır değişmemiştir. Bu yapı, Türkiye'deki seçmenlerden yüzde 25 veya 30'unun sol eğilimli ve yüzde 70 veya 75'inin sağ eğilimli yani muhafazakar olduğudur.

Durumun böyle olmasının tabii sonucu şudur: Türkiye'deki sol oylar birleşse dahi, bir partiyi iktidara getirmeye yetmemektedir. Nitekim, 1950 yılından sonra yapılan seçimlerinden hiçbirisinde, sol eğilimli partiler tek başına seçimi kazanamamışlardır.

Konuya bu pencereden bakarsak, Türkiye'de istikrarın anahtarı, merkez sağ seçmenlerin oylarının bir partide toplanmasına bağlıdır. Nitekim Türkiye'nin istikrar dönemleri, 1950-1957'de Demokrat Parti'nin, 1965-1973 yılları arasında Adalet Partisi'nin ve 1983-1991 yılları arasındaki Anavatan Partisi'nin iktidarda olduğu zamana rastlamaktadır.

Bu dönemler arasında, gerek süre bakımından ve gerekse muhafazakar oyların merkez sağdan uzaklaşması bakımından büyük benzerlikler vardır. Dikkat edilirse bu toparlanma, iki seçim dönemini kapsamakta, üçüncü seçim döneminde dağılmalar olmaktadır. Bu sonuç tesadüfi değildir.

Toplanmalar da, dağılmalar da, bu oyları toplayan partilerin, sağ seçmenlere bakış açısına göre değişmektedir. Merkez sağın oylarıyla iktidara gelen partiler, iki baskı arasındadır. Bunlardan birisi, kendi seçmen tabanını tatmin edecek uygulamalarda bulunması zorunluluğu… İkincisi, bu uygulamaları, irticaa taviz verilmesi şeklinde yorumlayan çevrelerin, taarruzlarına göğüs gerebilmesidir.

Türkiye'de, sol çevrelerin olaylara bir bakışı vardır. Bu bakışa göre, Türkiye'de laiklik tehlikededir. İktidarların, muhafazakar seçmenlerin temayüllerine uygun olarak attığı her adım, irtica tehlikesine karşı verilmiş birer tavizdir.

Sol çevreler dediğimiz zaman kastettiğimiz şey, Türkiye'deki, birtakım halktan kopuk entelektüeller, bunların medyadaki temsilcileri, tabiatıyla sol eğilimli partilerin mensuplarıdır. Bunlar seçmen olarak azınlıktadır. Fakat ellerinde, medyanın, bürokrasinin ve bunların dış ülkelerdeki yandaşlarının güçleri vardır.

Türkiye'de en organize güç olan askerler de, zaman zaman, bunların etkisi altına girmiştir. Ordu, hem bürokrasinin bir parçası olması, bünyesinde entelektüel kadroları barındırması ve kendisine, laikliği koruma misyonu vermesi dolayısıyla, sağ iktidarların uygulamalarına şüpheyle yaklaşmıştır.

Dikkat edilirse, muhafazakar oyları alarak iktidara gelen partiler de bu baskılara, ancak iki seçim dönemi dayanabilmektedir. Üçüncü seçim döneminde, laiklik düşmanı olmadığını kanıtlamak maksadıyla, dayandığı felsefeyi terk ederek, sol çevrelere hoş görünmek için, inanmadığı uygulamaları yapmaktadır. Bu durum da tabiatıyla muhafazakar oyların, o partiden kopmasına ve başka parti arayışlarına sebep olmaktadır.

Yukarıda çizdiğimiz tablonun somut delilleri vardır. 1950 ve 1954 seçimlerinde Demokrat Parti, bütün muhafazakar oyları alarak iktidara geldi. 1954 seçimlerinden sonra, mürteci olmadığını ispat etmek için, kendi tabanına aykırı düşen uygulamalara girişti. Mesela "Türk Milliyetçiler Derneği"ni kapattı. Muhafazakar seçmenin beklentilerine ters düşen uygulamalara girdi ve arkasından, 1957 seçimleri ve 27 Mayıs 1960 darbesine maruz kaldı.

Aynı olayı, Adalet Partisi iktidarı için de söyleyebiliriz. Adalet Partisi, 1965 ve 1969 seçimlerini sağ oyları toplayarak iktidara geldi. Fakat 1973 seçimlerinde, laiklik düşmanı olmadığını ispat için içindeki muhafazakar milletvekillerini tasfiyeye kalkıştı. Bunun en büyük delili, Adalet Partisi'nin en güçlü bakanlarından bir tanesinin, "biz içimizdeki sağcıları, müshil içerek temizledik" diye beyanatta bulunmasıydı.

Bu bakanımızın, müshil içme benzetmesi, sağ seçmen nezdinde bir bomba gibi patladı ve toparlanma dağıldı.

Anavatan Partisi de ayni senaryoyu oynadı. 1983 ve 1987 seçimlerini, birleşmiş merkez sağın oylarıyla tek başına kazandı. Ancak, gene partinin muhafazakar kimliği aleyhine yapılan saldırılara karşı, ben muhafazakarım ama laiklik düşmanı değilim diyebilmek için, muhafazakar seçmen tabanının küstürecek uygulamalara başladı.

Sayın Turgut Özal'a niçin Semra Özal'ın Anavatan Partisinin İstanbul İl Başkanlığı'na aday olduğunu sordukları zaman verdiği cevap çok enteresandı:

Bizim icraatımız, fazla sağda gözüküyor. Biz bir hanımı İstanbul İl Başkanı yapmak suretiyle, imajımızı değiştirmek istiyoruz.

Anavatan Partisi'nin bu davranışı, parti yetkililerinin, "biz hacılara, hocalara muhtaç değiliz…Biz milliyetçi, muhafazakar oyları değil, hakiki Anaplı'ların reylerini istiyoruz" gibi beyanlarıyla da teyit ediliyordu.

Bu ve buna benzer olaylar, merkez sağdaki seçmenleri, bir partide toplanmak yerine, kendisine uygun bir partiyi aramak zorunda bırakmıştı. Yani bu gün, siyasi partilerimiz kendi seçmenlerini aramıyor. Türk muhafazakar seçmeni kendi partisini arıyor.. Bu iki şey birbirinden faklıdır.

Türk muhafazakar seçmenlerinin büyük bir kısmı, "Cuma cemaati" diye isimlendirdiğimiz kitlelerdir. Bunların mümeyyiz vasfı, İslamiyet'in bütün gereklerine uymak isteyen ve fakat çeşitli sebeplerle beş vakit namazını kılamayan ve fakat Cuma namazlarını kaçırmayan…İslam'ın gereklerini yerine getiremediği için üzüntü duyan ve Allah bizi affetsin diye dua eden büyük kitledir.

Şurası söylenebilir ki, İslam'ı katı şekilde uygulayanların gönül verdikleri partiler esasen mevcuttur. Fakat, muhafazakar oyların büyük çoğunluğunu teşkil eden "Cuma cemaati" daima kendi partisini aramıştır.. Kendi partisinde aradığı şey, "muhafazakar tabana aykırı icraatta bulunmaması ve inandıklarını açıkça savunabilmesidir."

Onların gönül verdiği parti, "acaba bana ne derler sendromundan" kurtulmalıdır. Bu parti, laikliğin asıl bekçisinin kendisi olduğuna inanmalıdır. Bunu ispat için, birtakım anormal davranışlara girmemelidir.

Gerçek şudur ki, seçimi, entel çevreler ve bu çevrelerin elindeki medya değil, Cuma cemaatinin oylarını alabilen parti kazanacaktır.

Konuya bu pencereden baktığımız zaman, ortaya çıkacak tablo şudur: Sol oyların bir partide toplanması, istikrar için yeterli değildir. Asıl istikrar, ülkenin yüzde yetmişini temsil eden sağ kesimin oylarının bir partide toplanmasından geçmektedir.

Cuma cemaati, sağ ve muhafazakar oyların belkemiğini teşkil etmektedir. Diyebiliriz ki bugün, bu cemaat kendi partisini aramaktadır.


2 Eylül 2002
Pazartesi
 
CEVDET AKÇALI


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED