T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyaset kılıcı

Benim, bizim iklimimizi paylaşan her çevre ile dostluğum var. Davet edilirsem gider konuşur, sohbet eder, muhabbet ederim. Temel ölçülerimle çelişmedikleri takdirde kimseye karşı rezervim olmaz.

Kahramanmaraş'a gitmiştim bir yıl. Bir grup davet etti bir akşam, onlarla sohbet ettim. Ertesi gün bir başka grupla birlikte oldum. Her grubun toplantısında bana, diğer grubun tanınmış önderi hakkında olumsuz iddialarda bulunuldu. En sonunda dayanamayıp şöyle konuştum:

-Dün falancalarla beraber oldum ve bana sizin liderinizle ilgili olumsuz, inandırıcı gibi gözüken ama kanıtlanması güç şeyler söylediler. Şimdi de siz onların liderleri ile ilgili benzeri iddialarda bulunuyorsunuz. İkinize de inansam, ikinizin önderleri hakkında da olumsuz düşünmem gerekiyor. Oysa ben her ikinizin baktığı gibi de bakmıyorum, ben karşılıklı olarak suçladığınız insanlara hâlâ saygı duymak istiyorum.

Bugün seçim ortamı...

Benim de kendimi ait hissettiğim camiaya bakıyorum. Herkes kendi durduğu noktanın haklılığına inanmış, farklı bir noktada duranı zayıflatmaya çalışıyor. Düşünüyor ki o var olursa kendisi zayıflayacak, o tükenirse kendisi güçlü olacak. O yüzden kendi müsbetlerini anlatmaktan daha çok, "öteki"leştirdiğine yönelik olumsuzlama gayreti son hızla devam ediyor.

Bu süreçte bir ara şöyle şeyler duyuyordunuz mesela:

-Sistem Tayyip Erdoğan'a vize verdi.

Ondan sonra bir dünya görüntüyü, bu kanaate eklemleme çabası başlıyordu. Bir de bakıyordunuz, sizin, ülkenin farklı düşüncelerdeki her insanını görmesi gereken bir başbakan adayı olarak (her parti liderinin başbakanlığa aday olması işin mahiyeti gereğidir) son derece sade bir davranış olarak gördüğünüz jestler varmış, bir komplo teorisinin baş aktörünün özellikleri oluvermiş.

Bunun peşinden de, temiz kalabilme şartı olarak, o aktöre yönelik tüm burun sürtücü eylemleri meşrulaştırma duygusu geliyor. İster istemez, Tayyip Erdoğan'ı ancak burnu sürtüldüğü zaman "iyi adam" olarak gören bir çizgiye kayıyorsunuz.

Böyle bir ortamda sizin yanınızda duran ama dünya görüşü ile hiç buluşmadığınız bir kişi-grup, çok olumlu, Tayyip Erdoğan ise birdenbire olumsuz kişilik haline geliveriyor.

Şimdi de farklı bir cenahtan şöyle şeyler duyabilirsiniz:

-Hakim sistem, CHP'yi öne geçirmek için Tayyip Erdoğan'ı ve AKP'yi zayıflatmak istiyor.

Eğer olan bitenlere böyle bakmaya başlamışsanız, olan bitenlerin tümünü bu bakış ekseninde görmeye de başlıyorsunuz. Mesela, size göre birdenbire Erbakan, sistemin Tayyip Erdoğan'ın oyunu düşürmek için önü açılan bir lidere dönüşüyor. SP-BBP ittifakı, gene AKP'nin oylarını düşürecek bir "sistem manipülasyonu" olup çıkıveriyor.

Böyle bir ortamda da, sizi olumlayan herkes dünya görüşü bambaşka da olsa, ilerde sistemin gerçekten manipülasyonuna açık karakter taşısa da baştacı, eleştirel bakan veya alternatif konumda duran herkes tu-kaka oluveriyor.

Sistemin oyunları konusunda elbette, "Hayır böyle şeyler olmaz" diye bir şey söylemem mümkün değil. Benim okuyucularım, hakim sistemin oyunları karşısında nasıl duyarlı olduğumu bilirler. Hakim sistemin de yerel ve global ölçekte pekçok oyunu devreye sokacağını dikkate almak lazım.

Ama...

Ama bu konuda, içimizdeki muğberiyetleri, "sistem oyunu" tarzında dizayn edip, aynı iklimde yol alan başkalarını vurmamak kaydıyla... Bizim temel ölçülerimize göre, öfkelerimiz, kızgınlığımız, hatta düşmanlığımız başkalarına adaletsizlik yapma hakkı vermiyor. Siyasi hesaplarımız ise hiç vermemeli...

İnsanlar ve gruplar, nefislerinin kıskacına girdiklerinde, en çok başkalarını biçiyorlar. Bu da vebal olarak yeterli yükü getiriyor.

Siyaset en çok nefisleri kamçılıyor.

İnsanlar siyaset ortamında kardeşlerini öldürüp, cesetleri üzerinden yukarıya tırmanacak bir nefsi şahlanışı yaşıyorlar.

Ben, nefisleri öylesine derin bir disiplin içinden geçmiş derviş insanların bile siyaset anaforu içinde, mesela bir başkasını gıybet etme noktasında düzgün bir imtihan verip veremeyeceklerini doğrusu kestiremiyorum.

İnsanların kişilik terbiyesinde içinden çıkan en son olumsuz tutku, "riyaset tutkusu" imiş. Bir yerde yetkili olma, baş olma, öne çıkma, gözde olma... Yıllarca eğitim gören dervişlerde bile bu tutku, bir zor anda ortaya çıkıverirmiş...

Siyaset tam da riyaset tutkusunun hormonlandığı bir alan...

O tutkunun önünde her şey kolayca biçilebiliyor.

Hatta dini duyarlılıklar bile...

Hani "dinin siyasete alet edilmesi" diye bir deyim var. "Dinin nefsi hesaplara da alet edilmemesi" lazım. Hem kişisel nefislerimize hem grup nefislerimize...

Bugünler geçecek.

İnsanlar ebediyyet için azık hazırlarlar. Her davranışımızın ebediyyet planındaki yerini unutmamak gerekiyor.

Birbirlerinin acılarını, sevinçlerini paylaşmaya en yakın insanlar, yarınlarını bitirecek tavırlar, sözler ortaya koymamalı...

Ben İslam tarihindeki "Hakem olayı"nı hep derin bir üzüntü ile hatırlarım. O olay, siyasi hesap uğruna erdemi geri plana itip, oyunu devreye sokan bir dönüm noktasıdır.

Siyaset kılıcı yaman biçiyor. Aman dikkat! Ebediyyet yurdunda savunamayacağımız hiçbir söz ve davranışı ortaya koymamaya dikkat.


10 Eylül 2002
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED