|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dün partilerden istifalar yaşandı. Bazı milletvekilleri bir partiden diğerine geçti. Yarın trafik daha da yoğunlaşabilir. Aday listeleri kesinleşinceye kadar oradan buraya buradan oraya geçen milletvekillerine rastlanmasını doğal karşılamak gerek. Böylesine bir manzaranın 'bize özgü' olduğuna kuşku yok. Ancak, bu kadar birbirine yakın çok sayıda partiye sahip olmak da 'bize özgü' bir durum. Dün ANAP'tan ayrılan Turhan Tayan uzun yıllar DYP saflarında milletvekilliği yapmıştı; DYP'den ayrılan Rasim Zaimoğlu'nun politikadaki ilk gözağrısı ise ANAP'tı... Geldikleri yeri içinde bulundukları sürece yadırgamamışlardı; şimdi gittikleri yer de kendi evleri sayılabilir... Günlerdir yazdık, sonucu etkileyemedik: Doğru olan, ilk çıkışlarında farklı görünseler bile giderek birbirine daha fazla benzeşen partilerin bu seçim öncesinde biraraya gelmeleriydi. DYP ile ANAP'ın bugünkü durumları 'güçbirliği'ni zorunlu kılıyor; birleşip bütünleşerek gidecekleri seçimden başarılı çıkabilirlerdi. Kemal Derviş'in tereddüt ettiği kadar var: Derviş'in DSP'den ayrılmalarını sağladığı YTP'de toplananlar ile yakasına rozetini taktığı CHP'de buluşanlar her bakımdan 'kader arkadaşı' sayılabilir. Dün yaşanan istifa ve parti değiştirme trafiği, listelerin kesinleşeceği son güne kadar devam edecektir. Partisinin genel durumunu veya temsil ettiği ildeki gücünü yeterli bulmayan, ya da aday gösterildiği sırayı beğenmeyen milletvekili, daha iyi şartlar vaadeden 'yakın' bir partiye kapağı atmaya bakacaktır. Bir milletvekilinin DSP'den MHP'ye geçmesi politikaya uzaktan bakanları şaşırttı; oysa, yarın CHP'den AKP'ye, ya da MHP'den CHP'ye geçenler olursa buna bile şaşırmamalısınız... Türkiye'de, sistem, 3 Kasım'da, başka yollarla becerilemeyen 'tasfiyeyi' sandıkta gerçekleştirebilirse, iki ana gövdede yoğunlaşan politika daha sağlıklı bir görüntüye kavuşabilir. "Küçük olsun, benim olsun" zihniyeti ülkeyi bugün yakınılan noktaya getirdi; rekabet daha sağlıklı bir zemine taşınabilirse, partilerarası git-geller zorlaşacaktır. Hiçbir yere gidemeyecek durumda, partileri tarafından seçilebilecekleri yerden aday gösterilmemiş milletvekilleri de olacak elbette. Her seçimde, Meclis'in yarıdan fazlası yenileniyor; bu seçimin şartları daha geniş bir tasfiyeyi gündeme getirebilecek. Bu durumda geçmişte karşılaştığımızdan daha fazla sayıda 'küskün' politikacıya kendimizi hazırlamalıyız. Küskün politikacıya düşen ilk önce kendini sorgulamasıdır. Yanlış yaptığını gördüğünde liderine itiraz edebilseydi partisinin zor duruma düşmesini engelleyebilirdi. Boyun eğe eğe liderini mutlak tahakküme iten kendisidir; lideri bugün isminin üzerini çizebiliyorsa, bunu muti milletvekilinin kendisini böyle davranmaya alıştırmasına borçluyuz. Küskünlerin kendi hatalarını bize ödetmeye hakları yok. Bazı milletvekilleri, tabanla uyumsuzluk yüzünden seçilecek yerden aday gösterilmeyecek. Gösterilmemeli de. Milletvekilliği sürekli bir 'iş' değil, öyle olsaydı seçimler yapılmazdı. Seçim, kendisinden bekleneni vermeyen, tabanı hiçe sayan, vekâletin gereğini yerine getiremeyen milletvekilini bir daha seçmemek için partilere fırsat sağlıyor. Bu fırsatı değerlendirmeyen, başarısızlığı sâbitler üzerinde ısrar eden parti, ülke genelinde ilgi odağı olsa bile, zararlı çıkacaktır. Küsenin yapması gereken, kendini sorgulamak, hiç yapmaması gereken ise, bir süre daha milletvekili sıfatını taşıyabilme uğruna kendini ve politik sistemi rezil edecek maceralar peşinde koşmaktır. 1999 seçimi öncesinde, küskün milletvekilleri, Meclis'i yeniden toplayıp kendi elleriyle aldıkları seçim kararını iptal ettirmeye kalkışmışlardı. O maceranın sonunu biliyoruz. Bu Meclis kendini asla o duruma düşürmemeli; milletvekilleri sonradan hesabını veremeyecekleri arayışlara girmemeli. Küskün milletvekilleri, yanlış yola saptıkları taktirde, bütün milleti kendilerine küstüreceklerdir... Ne kadar ayıp. Ne demişler? "Kesin sirke küpüne zarar..."
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |