|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türker Alkan, görüşlerinin çoğuna katılmasam da, yazılarını belli bir keyifle okuduğum yazarlardandır. Dili temiz, anlatımı esprilidir. Zaman zaman sıcak olmayı bile başarır. Alaycılığını acımasızlık boyutuna çıkardığına da rastlamışımdır. Öylesi yazılarını okurken kızdığım, öfkelendiğim de olmuştur ama, zihnimdeki Türker Alkan imgesiyle örtüştüğü için pek yadırgamamışımdır. Ancak, Radikal'deki köşesinde 3 Eylül 2002 tarihinde yayımlanan Türban sömürüsü başlıklı yazısını okurken ilk kez, büyük bir şaşkınlığa ve yadırgamaya düştüm. Alkan, kadın memurlara ve üniversite öğrencilerine uygulanan türban yasağının Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına dayandığını ve bu yasağın kaldırılamayacağını belirttikten sonra, türbanın "laikliğe aykırı bir zihniyetin simgesi olarak gör"üldüğü için yasaklandığına dikkat çekiyor. Şöyle devam ediyor: "Yargı organları türbanı şeriatın simgesi olarak görmekte haklı mıdır? Sorun burada düğümleniyor. Bu sorunun yanıtını yargıda değil, uzun yıllardır türbanı şeriatın simgesi olarak selamlayanlarda aramalıyız." Sonra, Türker Alkan, bu düşüncelerini temellendirmek için, kendince bir tarihçe vermeyi denemiş. Okuyalım: "Ben 1960'ların başlarında üniversite öğrencisiydim. Okulumuzda çok sayıda kız öğrenci vardı. O zamanlar henüz türban icat edilmemişti. Eski usul başörtüsü vardı. O başörtüsü de pek çok şeyi simgelerdi kuşkusuz: Dindarlığı, tevazuu, geleneklere bağlılığı, eşine sadakati, muhafazakârlığı... Bir ideolojik ve siyasal silah değildi, kültürel bir tercihti. Ve kadınların güzelliğine pekâlâ bir şeyler katardı." "Ve okulumuzda kaç kız başörtüsü takardı, hiç düşünmedik. Belki kimse takmazdı, belki de yarısı takardı. Ama bir ideolojik kavga aracına indirgenmediği için buna dikkat etmek aklımıza bile gelmemişti. Okul yönetiminin de bu konuda belli bir tavrı yoktu. Ve ne Anayasa Mahkemesi ne de Danıştay bu konuları gündemine alma gereği duymuştu. Kimse seçim meydanlarında türban nutukları atmazdı. Bu nedenle de, o dönemde, kadınların bütün ortamlarda başörtülerini takma özgürlüğü vardı." Bu satırları okurken gözlerime inanamadım. Türker Alkan, bildiğim kadarıyla, bile bile yalan söyleyecek kadar haysiyetsiz bir adam değildir. Ne oluyor peki? Belleği, kendisini bu kadar yanıltıyor olabilir mi? Üniversitedeki kız arkadaşlarının "yarısı" şöyle dursun, "üçte biri"nin bile "fakülte binası içinde", hattâ evlerinde "başörtüsü" örtebileceklerine nasıl ihtimal verebiliyor? Mevlid ve cenaze törenlerini, kandil gecelerinde Kur'an okuma, namaz, vb. özel durumları saymıyorum elbette. Üniversite öğrencisi Türk kızı, başını örtme girişimini, bildiğim kadarıyla ilk kez, Ankara İlâhiyat Fakültesinde Hatice Babacan ile başlatmıştır. Bu olay da 1960'ların sonlarına doğru olmuştur. Yani, Türker Beyin üniversite öğrencisi olduğu 60'ların başında "kadınların bütün ortamlarda başörtülerini takma özgürlüğü vardı" da, neden aynı 60'ların sonunda Hatice Babacan başörtüsünü çıkarmadığı için okulundan kovuldu? Türker Alkan'ın bu soruya verebileceği bir yanıt var mı, merak ediyorum. Türker Alkan, bütün bunları, İslâm dininin ve gereklerine uymanın önünde estirilen devrim kasırgasının şiddetini bilmiyor olabilir mi? Bilmiyorsa bir tuhaflık, bildiği halde unutmaya ya da gizlemeye çalışıyorsa başka bir tuhaflık! Alkan'ın bellek boşlukları, bununla da kalmıyor; türbanın çıkışını ve başörtüsünün siyasal bir simgeye ve savaş aracına "indirgen"mesini Erbakan'a ve partilerine bağlıyor. Türker Alkan hem yanılıyor, hem yanıltıyor. Modernleşen Müslüman kadının başının örtüsünü de modernleştirmesi, Şule Yüksel Şenler'in öncülüğünde gerçekleşmeye başlamış bir süreçtir. 1965'te başlayan bu süreçte Şule Yüksel, ülkenin çeşitli kentlerinde konferanslar vermiş, düşünceleriyle birlikte başını örtme biçimini de yaymıştır. 1969 yılında Seher Vakti dergisinde de -sanırım fotomontaj yöntemiyle- çeşitli "türbanlı kadın" fotoğrafları yayımlayarak, modanın yayılmasını hızlandırmıştır. O tarihte ne Erbakan vardır siyaset sahnesinde, ne de partileri. Türker Alkan bunları bilmiyor olabilir ama bilmediği bir konuda kesin yargılar vermesi, en hafif tabiriyle "ayıp"tır. Başörtüsü ile türbanı ayrı tutmak gerektiğini söyleyenler, bu arada Türker Alkan, meselâ Sultanahmet Mitingindeki veya Ankara'daki Halide Edip Hanım'ın başörtüsünün "geleneksel" olduğunu söyleyebilir mi? Türker Alkan'a, yazısının başında "yasak kalkamaz" dediğini unutmuşçasına, sonunda "Üniversite öğrencilerinin siyasal simge taşıyabilmeleri, bu çerçevede türban da takabilmeleri gerekir." dediği için teşekkür etmek isterdim. Ama etmeyeceğim. Bir bilim adamının bilgiye ve gerçeğe bu kadar kayıtsız kalabildiğini görmek, çok üzdü beni. Ülkemizde "bilgi" çok kolay çiğneniyor. Meral Tamer, 3 Eylül 2002 tarihinde Milliyet gazetesindeki köşesinde "Resmi dini bizimki gibi İslam olan Malezya" yazdı, yazabildi; ne kendisi düzeltti, ne başkası dikkat çekti. Herkes her şeyi sömürüyor madem, biraz da "bilgi"yi sömürsek olmaz mı?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |