|
|
|
|
Şenol Güneş Slovakya galibiyeti ile spor medyasında kendisi aleyhine tavır alanlara bir kez daha "bana güvenin" mesajı yolladı. Lakin bizim kanaatımız Güneş ile bir kısım medya arasındaki meselenin futbol sınırları dışında cereyan ettiği yönündedir. Slovakya maçı öncesi Hakan Şükür ile İlhan Mansız'ın yokluğu büyük bir forvet problemi yaratacak endişesi getirmişti. Üstelik her iki futbolcu ile Şenol Güneş münasebeti de "tatsız" noktalara taşınmıştı. Bu çerçevede Güneş forvette Arif ile Serhat'a görev vererek bir "yenilik" yaptı. Galibiyet sonrası bu tercihin isabeti üzerinde hemen herkes görüş birliği içinde idi. Kendini tipik bir santrafor, bir golcü olarak görmeyen ve bunu her fırsatta tekrarlayan Arif yükselen bir grafik çiziyor. Gerçektende oyun anlayışı, alışkanlıkları ile esasen pasör bir futbolcu olan Arif hem Galatasaray'da hem de Milli Takım'da attığı goller ile bambaşka bir kimlik kazandı. Buradan şu hükme varabilir miyiz acaba? Ülkemiz futbolu son yıllarda Hakan Şükür dışında bir santrafor yetiştiremedi. Bakınız bütün takımlar iyi bir golcü, iyi bir santrafor arıyor, dışarıdan adam getiriyor ama özlenen neticeyi alamıyor. İşin tuhaf tarafı Hakan Şükür dahi tam bir golcü sayılmaz; onun da niteliği bilhassa hava toplarına hakim olarak bunları asıl golcülerin önüne bırakmak olmuştur. Hakan Şükür'ün bir önemli özelliği ise -ki bize göre pek nadir görülen bir niteliktir- koşan uzun adam olmasıdır. Dünyada golcü-santraforlar eğer uzun boylu iseler genellikle çakılı oynar, pres yapmaz, açıkçası koşmaz-koşamazlar. Tipik bir örnek olarak hepimizin yakından tanıdığı Jardel'i gösterebiliriz. Arif ise golcü niteliğini esasen süratine-fırsatçılığına-futbol zekasına borçludur. Slovakya maçında topun yere indirilmesi, orta sahadan daha ziyade Tugay vasıtası ile savunmanın arkasına atılması, iki süratli adamımızı (Arif-Serhat) sık sık pozisyona soktu. İşte bunlar çizgi halinde kalan Slovakya savunması arasında tam da Arif'in istediği toplardı. Serhat ise henüz tam kıvamını bulmuş bir golcü olmamasına rağmen dağıtıcı deparları ile göz doldurdu. Tecrübe kazanması sonucu onun da ileri uçta vazgeçilmez bir eleman olacağı âşikârdır. Orta sahanın önündeki Yıldıray her zamanki gibi çok koşuyor, topa sahip oluyor lakin topla biraz fazla oynuyor. Eskiden Tugay da böyle idi, ama zaman içinde tek paslar, ara paslar, isabetli uzun paslarla "top dağıtmanın", hücumu idare etmenin ne mânaya geldiğini öğrendi. Emre ile Okan orta sahanın dinamosu olarak görevlerini bihakkın yerine getirdiler. Şenol Güneş'in artık herhalde "sistem" gereği vazgeçemeyeceği dörtlü savunma (Fatih, Alpay, Bülent, Küçük Hakan) Milli Takım'ın en güvenilir hattını teşkil ediyor. Şurası unutulmamalı ki bu sistem esasen sürat ve dayanıklılık, sürekli pres ve savunmanın forvetten başlatılmasına dayanıyor. Milli Takım Dünya üçüncüsü olmanın onuru ve güveni ile birbirini ezberlemiş elemanlardan kurulu tıkır-tıkır işleyen gerçek bir takım hüviyetini kazandı. Hem ona, hem Güneş'e güven devam etmeli; bu güven duygusu zedelenmemelidir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |