|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dünkü yazı şöyle sonlanmış idi: "İşte böylece devran döner durur; gelen bir ek olmadığı için, bu işlerin bir gelen-eki olmadığı için..." Gelenek'in geçmişe gelecekten gelecek ve/veya gelmiş olan bir ek'in (düzcesi: ân'ın) katılmasıyla oluştuğunu söylemek, esas itibariyle onun bugüne geçmişten gelen, katılan bir ek olduğunu söylemekten bambaşka bir yargıyı dile getirmek demektir. Bu yargıyı biraz daha yarmaya çalışalım: Gelenek'in ihtiva ettiği birikimin şimdiye katılması istenen (dolayısıyla gelenek'in geçmişten gelen) bir ek olarak tasavvur edilmesiyle, yani gelenek'i bugüne eklemlenen arazî bir ek olarak tasavvur etmekle bugünü gelenek'e katılan geçici bir şimdilik şeklinde tasavvur etmek, başka bir sebepten değil, sadece çatışan iki farklı dünya-tasavvurunun hangi noktalardan hareket ettiğini göstermesi bakımından önemlidir. Gelenekle birlikte geleni, yani geçmişi temel alıp bugünü bu geçmişin belirleyiciliğinde izah etmeye çalışmanın ne denli güç bir iş olduğunu, 'tutuculuk' ile suçlanmak riski bir yana, geçmiş zâten geçmiş olduğundan vakıayı geçmişte kalmış ideallerle yorumlamakta ısrar etmenin akıntıya karşı durmaktan hiçbir farkı olmadığını -hem de böyle bir zeminde- ayrıca vurgulamaya gerek var mı?!? İşte bu güçlük nedeniyledir ki bazıları gelenek'i geçmişe gelecekten gelecek ve/veya gelmiş olan bir ek'in katılması olarak yorumlamayı tercih ederler; dallara sinip meyve toplamak varken, gövdenin bakımını yapmak, kökleri sulamak gibi zahmetli işlere talip olmakta kâr görmezler. Çünkü kendilerinin tercih ettiği pozisyon gerçekten de işleri kolaylaştırır. Esas olan bugündür, an'dır ve bu sebeple böylelerince gelen-ek bugünün kendisine eklemlendiği bir gövde, bugünün kendisinden beslendiği bir kök değil, bilakis bugün için eklektik sûrette alıntılar yapmak amacıyla kendisine uğranılacak eski bir arşiv dosyası gibi görülür. (Arşivi yayımlayamam, arşivden yayımlayabilirim.) Bize geçmişten gelen ek, bize eklendiği anda beraberinde getirdikleriyle taşınamaz bir yük halini aldığından, kimse geçmişin bütünüyle gelip eklenmesini istemez, isteyemez. Seçmek zorunluluğu vardır. Gelen zaten tümüyle geliyor değildir; geçmiş bugüne ancak bir kısmıyla gelebilir ve seçim de işte bu gelen arasından yapılır. O halde gelen-ek bugüne gelmez, bir tek değebilir. na değdiği içindir ki zaten ek olmaktan kurtulamaz. Açıkçası ek'in gelmesi zorunludur ve an bu eki geriye itemediği için o gelen olmakla nitelenir. Kudemâ'nın zaman tasavvurunda zaman 'geçmiş-bugün-gelecek' olarak kavranıyor ve belki bazılarına tuhaf gelecek ama üstelik bu 'zaman' aritmetik'in içerisinde değil, geometri'nin içerisinde mütalaa ediliyordu. Dahası 'nokta' veya 'birlik' bir nicelik değildi onların nazarında. Çünkü her ikisi de ne sayılabilir, ne de ölçülebilir idi. Aritmetik 'sayılabilir' olanın, geometri ise 'ölçülebilir' olanın bilgisini veriyor ve böylece ilkininin konusu aded (sayı), ikincisinin konusu mikdar (ölçü) olarak kabul ediliyordu. Zaman 'nokta' ve 'birlik' gibi bir nitelik olarak görülmediği gibi, süreksiz bir nicelik, yani 'sayılabilir' olarak da addedilmiyordu. Evet o bir nicelikti, ama sayılabilir değil, ölçülebilir bir nicelik... Bu bakımdan zaman 'ölçülebilir' olanın bir türü olarak tanımlanmıştır. Bugünün bilimi nokta'yı bir nitelik olarak değil, bir nicelik olarak görüyor ve kendisince sayıyor da. Noktalar da 'sayı' gibi tasavvur edildiğinden, zaman'ın da en nihayet noktalardan oluştuğu düşünüldüğünden, tabiatıyla zaman 'ölçülebilir' (geometri'nin konusu) olmaktan çıkarılıp sayılabilir'in (aritmetik'in) konusu yapılıyor. Sorun şu: 'sayılabilir' olan (sayı) süreksiz niceliğin kapsamına girdiğinden unsurları arasında ortak sınırlar bulunmaz, tıpkı 'iki' sayısı ile 'üç' sayısı arasında ortak bir sınır olmadığı gibi. Zaman ölçülebilir olmaktan çıkarılıp sayılabilir'in konusu yapıldığına göre, bu dünya tasavvurunca geçmiş-bugün-gelecek arasında ortak bir sınır varsayılamaz; yani geçmiş bugüne değil katılmak, değemez bile. Hâsılı, bugün gelenek gelen bir ek olmayı bir türlü başaramayacağından başa dönülmüş olur: Böylece devran döner durur; gelen bir ek olmadığı için, bu işlerin bir gelen-eki olmadığı için...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |