|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazılarının 'kâbus senaryosunu' biliyoruz: AKP'nin büyük bir oy patlaması yapması ve öteki partilerin sandıkta boğulması... Diğer partiler yüzde 10 barajına takıldıkları için 550 milletvekilinin hepsinin AK Partili olması ihtimali, 'kâbus' görmeyi gerektirmese bile, demokratik açıdan rahatsızlık verici elbette. Bu kâbusu, "Hepimiz 'diğerleri' arasında en güçlü görünen CHP'de toplanalım" biçiminde bir politik tavra dönüştürmeye çalışan da var, "Merkez sağı öldürmeyelim" sloganıyla ANAP'ı öne çıkartan da... Şimdiden belli olan, bu seçimin, "AK Parti'yi durdurma" platformuna dönüşeceği... Öyleyse durup "Sistem neden bu duruma geldi?" diye düşünmekte yarar var... Şimdilerde kendini toparlamış ve Kemal Derviş'le moral bulmuş görünen CHP, geçen seçimde (1999) ancak yüzde 8,5 oy alabildiği için, Meclis'te temsil hakkı elde edememişti. 'Kâbus senaryosu' yazanlar, o seçimde barajı aşabilen DSP, MHP, ANAP ve DYP'nin bu defa 'başarısız' olacağını öngörüyorlar... 3 Kasım seçimi endişelerini doğrulamayacak olsa bile, seçmenin partilere ders vermeye hazırlandığına kuşku yok. Korkusuz, ayak oyunu olmaksızın, gerçekten demokratik ortamda gidilecek bir seçim, sisteme öfkelilerin tercihi olacağı anlaşılan AK Parti'nin oyların yarıdan fazlasını almasıyla sonuçlanabilirdi. 'Kâbus' senaryosu yazmak için henüz vakit erken... Neden bu duruma düşüldüğü de, aslına bakılırsa, şu son cümledeki şartlarda yatıyor... Türkiye, başka demokratik ülkelerden farklı olarak, seçmenin korkularla yönlendirildiği bir ülke. HADEP sözgelimi, kapanma tehdidi altına düştüğü için kendi adıyla seçime giremiyor. Geçen seçime giren FP kapatıldı ve küllerinden iki farklı parti doğdu. AK Parti'nin genel başkanlığa seçtiği Tayyip Erdoğan, elinde adli sicilden aldığı 'temiz kâğıdı' olmasına rağmen, adaylığının YSK tarafından onaylanacağından emin değil... Bağımsız adaylığa hazırlanan Necmettin Erbakan'ın durumu da öyle... Kuralsız ve korkuların güdümünde bir ülkede ayak oyunlarıyla karşılaşılması kaçınılmaz. Ülkenin erken seçime ihtiyacı olduğunu oylarıyla beyan etmiş 449 milletvekilinin önemli bir bölümü, seçimi erteletmek için ayaklanmış durumda. Hükümet ortağı bir partinin lideri isyancıların başını çekiyor. Madem farklı düşünmeye başladı, ANAP hükümetten ayrılsa ya? Hayır, Mesut Yılmaz, istifasını sunarak herkesi rahatlatacak yerde, başbakanı çekilmeye dâvet ediyor, "MHP'siz hükümet" formulleri peşinde koşuyor... Ayak oyunlarının bini bir para... Uygulanan sistem demokratik olmaktan uzak; piyango, bir tür 'çark-ı felek'... Kâbus senaryosu yazanların korkuları gerçekleşecek olursa, seçmenlerin neredeyse yüzde 60'ı Meclis'te temsil edilemezken, yüzde 40 desteğe sahip bir parti muhalefetten yoksun bir Meclis ile ülkeyi tek başına yönetme hakkına sahip olabilecek... Yüzde 10'un biraz altında oy aldığı için milletvekili çıkaramayan partileşmiş hemen bütün eğilimler demokratik süreç içerisinde seslerini duyuramaz hale gelebilecek... İyi de, aynı sistem, uygulanmaya başlandığı 1983 yılından buyana pek çok eğilimi Meclis dışında bırakmadı mı? Nasıl olsa az oy alacağı endişesiyle, pek çok seçmen, barajı düşünüp ilk tercihi olan partiden uzak durduğu için, bazı eğilimlerin önü en baştan kesilmedi mi? Belki 3 Kasım kadar oransal çoklukta tercih bugüne kadar Meclis dışı kalmadı, ama bir tek oyun veya oyların yüzde 20'sinin havaya gitmesi ile yüzde 60'ının heba olması arasında -demokratik açından- ne fark var? Yoksa, dert, bu defa oyları heba olacakların kimlikleri mi? AK Parti oyların yüzde 90'ını alarak Meclis'teki bütün sandalyeleri kazanacak olsa, aynı kişiler, 'kâbus' görmeyecekler mi? Herhalde görmezler... Mesut Yılmaz'ın başını çektiği cephenin ayak oyunları başarılı olur ve 3 Kasım seçimleri engellenirse, ya da "Devlet benim" mantığı yüzünden Tayyip Erdoğan'ın önü anlamsız bahanelerle kesilirse, bir dahaki seçimin 'kâbussuz' geçeceği müjdesini şimdiden verebilirim... Yoksa esas korkulan o ihtimal mi?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |