|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'ye hedef tayin eden kronik batıcılarımıza göre, batılılar gibi giyinerek, batılılar gibi oturup kalkarak, batılıların kulak aşinası olduğu müziği dinleyerek gelişip çağdaşlaşabiliriz. Hiçbiri, niçin başkalarına benzemek zorunda olduğumuzu açıklamadı. Muhtıralarının peşpeşe sökün ediverdiği günlerde, bir yetkili, çıkıp, CSO'nun "9. Senfoni" dinletisini izleyen kalabalığa doğru "İşte çağdaş Türkiye tablosu bu" diye ünledi. Kanımız çekildi ve sihirli ışıkların altında, huşu içinde Beethoven dinleyen o görece şanslı kalabalığa, onlardan biraz daha uzaklaşarak bakakaldık. Onlar bizde olmayan her şeye sahipti. Doğal ve medeniydiler. Konuşkandılar ama içtenlikten uzaktılar. Biz, depresif ve saldırgandık. Bedel ödemeyi göze alamadığımız için hiçbir şeye sahip değildik. Elimizden gelse uygarlığı tasfiye eder, tarihi yeryüzünden söküp atardık. Dünyanın dibe vurduğunu görmek bizi mutlu ederdi.
Ünü ülke sınırlarını aşmış bir keman virtüözümüz, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın Dede Efendi'yi yorumlamasına karşı çıkmakla övünüyordu bir zamanlar. "Bunu yaptığım için kendimle gurur duyuyorum." Dede Efendi'yi CSO'dan kovmayı başarmış, bir bakanın da başını yemişti. Dede Efendi'yle ödeşmeyi övünç vesilesi sayan kafayla, kamu alanında "dini" görünürlüğe tahammül edemeyen kafa arasında ne fark vardı? Çağdaş Kadınlar Derneği'nden bir "yetkili" bir televizyon oturumunda kendisine yöneltilen soruya şu karşılığı veriyordu: "Okula çağdaş olmayan kıyafetlerle gelinmesine karşıyız. Ya çağdaşlık hedefini benimser ve bu tür giyinmekten vazgeçerler, ya da kamusal hak talebinde bulunamazlar." Dede Efendi ve Itrî'nin temsil ettiği dünya görüşüyle, zorunluluktan ya da canları öyle istediği için o tür giyinen insanların hayata bakışları arasında söze dökülmemiş bir ortaklık vardı ve bu ortaklık, "Cumhuriyet elden gidiyor" paranoyasını korkutucu bir kalkan olarak kullanan bazı çağdaşlarımızı ürkütüyordu. Onlar, tarih boyunca, Dede Efendi'lerin, Itri'lerin ve o tür giyinen insanların yüreğinde makes bulan düşünceye karşı savaştılar. Ama, savaştıkları şey zamanla varoluşsal bir iddiaya dönüştü ve ayaklarına dolaşmaya başladı. Ünlü keman virtüözümüz, Dede Efendi'ye, "fazla halka dönük" olduğu için karşı çıkmıştı: "Fazla halka dönük ve yoz müziğe geçişi kolaylaştırıyor." Çünkü, halka dönük hiçbir şeyin "temsil değeri" yoktu.
Rakamlar, Türkiye'nin yoksul bir ülke olduğunu söylüyor. Müthiş bir gelir dağılımı adaletsizliği var. Nüfusun yüzde 20'lik bölümü, ulusal gelirin yüzde 80'ini kontrol ediyor. İlaveten enflasyon, ilaveten istihdam sorunları ve açlık sınırında yaşayan yüzbinlerce insan... Ama, mevcut şeraitte "çağdaşlaşma hedefi" Şırnak'a bale okulu, Şanlıurfa'ya "moda merkezi" öngörüyor.
"Atları da Vururlar" oyununda rol alan bir müzikal oyuncusu, oyunun müziğini değerlendirirken şu dehşetengiz saptamayı yapıyordu: "Oyunun müziği yerli değil. Yerli müzikte sanatçılar sık sık popülizm tuzağına yakalanıyorlar. Atları da Vururlar'a yakışan çağdaş enstrümanlarla icra edilen bir müziktir. Arkadaşlarımız onu başarmışlar..." Yerli kültürü, ya da yerli özellikler gösteren müziği "popülizm" olarak değerlendiren sadece bu müzikal oyuncusu değil; resmi bakışla imtizaç etmiş aydınlarımız da halka ait olan, yerli özellikler gösteren kültür verimlerini popülizm olarak görüyor. Hatta, kıyafet meselesinin bu kadar abartılması da bir popülizm. "Okuryazarlar"ın Dede Efendi merakı da bir popülizm. "Bunca yıl geçti aradan, bugün hâlâ bir batılılaşma savaşı veriyoruz" diyordu ünü ülke sınırlarını aşmış keman virtüözümüz, "Bu savaşı kazanmak için bazı şeyleri sıkı tutmak lazım..." Bazı şeyleri sıkı tutmak lazım. Çünkü "batılılaşma savaşı" verenlerin yoz, piyasa işi, genelgeçer kabullere tahammülü olamazdı. Dolayısıyla o tür giyinenlere, o tür giyinme hakkını savunanlara ve böylece yoz bir popülizmin tuzağına düşen kara kalabalıklara...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |