|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye ekonomisinin, girdiği çıkmaz sokaktan çıkarılıp istikrarlı bir büyüme yoluna sokulabilmesi için, öncelikle ciddi bir 'global ekonomi' analizine ihtiyaç vardır. Böyle bir bakış açısı her zaman gerekli olsa bile, bugün olmazsa olmaz şartlardan biri haline gelmiştir. Tabiatıyla, milli ekonominin iç dinamiklerini gözardı ederek, sadece küresel gelişmeleri hesaba katan analiz ve yorumlar da bizi bir yere götürmez. Sadece dış dinamiklerin değerlendirilmesine dayalı siyasetler, bir ülkeyi olsa olsa Portekiz veya Hollanda yapar; İngiltere (Birleşik Krallık!) seviyesine ulaştırmaz. Portekiz 16. yüzyılda, Hollanda (Birleşik Eyaletler!) 17. yüzyılda Asya-Avrupa ticaretine hükmettikleri halde, egemenlikleri uzun sürmemiş ve yerlerini İngiltere'ye terketmişlerdi. Bunun başlıca sebebi, İngilizlerin dış kazancı iç ekonominin genişlemesi yolunda iyi kullanmaları (ve tabii ki böyle bir iç pazarlarınının mevcudiyeti) idi. İngiltere'den sonra, global ekonominin ağalığı ABD'ne geçti. İç pazarı neredeyse dünya pazarının dörtte biri kadar büyüklükte olan yeni bir "birleşik" devletler! Şimdi de Avrupa "birleşik" devletleri kendini zirveye hazırlıyor... Küresel ekonominin motoru uluslararası ticarettir. Ticaret genişledikçe ekonomiler (genel olarak) büyümekte; ticaret daraldıkça büyüme hadleri gerilemektedir. Mesela, 1965-90 arası çeyrek yüzyılda, dünyanın en büyük ekonomisinin (ABD) dış ticaret hacminin (ihracat + ithalat) gayrı safi milli hasıla içindeki payı yüzde 5'in altından yüzde 11'e çıkmıştır. Almanya, İtalya, İngiltere gibi ülkelerin aynı oranları yüzde 15-20 dolaylarından, yüzde 30 dolaylarına yükselmiştir. Tek istisna, dış ticaretini arttırırken iç ekonomisini de aynı oranda büyütmeyi başarabilen Japonya olmuş, her iki tarihte de yüzde 10'luk (Dış Ticaret/GSYİH) oranını korumuştur. (Ted Walther'ın "Dünya Ekonomisi" başlıklı önemli eseri, Doç. Ünal Çağlar'ın yetkin çevirisiyle Türkçeye kazandırıldı. Alfa Yayınları, 2002, İstanbul. Türkiye ekonomisinin geleceğine dair sağlam fikirler geliştirmek istiyorsak, bu ve benzeri kitaplardan hem dünya ekonomisinin seyrini ciddiyetle takip etmeli; hem de bu gelişmeleri nasıl analiz edebileceğimizin yollarını öğrenmeliyiz.) Türkiye'nin siyasi ve ekonomik eliti, iç pazarla beraber küresel pazarı göz önünde bulundurarak ekonomi politikalarının belirlenmesi gerektiğini hiç değilse 1960'ların başlarında yeterince kavramış olsalardı, bugün daha üst düzeyden sorunlarla uğraşıyor olacaktık. Kurulan sanayi tesislerinin pek azında küresel talep hesaba katıldı. 1994, hatta 2001 krizlerine kadar, en büyük sanayi şirketlerimiz kurtuluşun dış pazarda olduğunu anlamadı yahut kabullenmediler. Dikkat ediyor musunuz: 2002'nin ortalarında ekonomide yüzde 8-10 dolaylarında büyüme var dendiğinde, sanayicilerimizin çoğu şaşırıyor, bir türlü inanamıyorlar. Oysa büyüme gerçekten var ama, iç değil dış pazara yönelmekten ötürü! Musibet, nasihattan daha etkilidir. Kuruluşlarından beri, her yıl ortalama 20-30 milyon dolarlık ihracat, buna karşılık 200-300 milyon dolarlık ithalat yapan büyük otomotiv şirketlerimiz, şu sıralarda cirolarının yarısından çoğunu ihracattan sağlamaktadırlar. Bunu hiç değilse on yıl önce yapmış olsalardı, belki 94 ve 2001 krizlerini yaşamazdık!
Öncelik küresel pazarlara açılmak
Demek ki birinci önceliğimiz, iç pazarı önemsemekle beraber, bütün gücümüzü küresel pazara açılmaya vermek olmalıdır. Bu bağlamda Alman, İtalyan ve Japon modelleri bize ciddi katkılar sağlayabilir. Devlet veya özel sektör kuruluşlarından, bu ülkelerin ihracat sanayilerini ciddi biçimde inceleyenler var mı? Bir ara, Michael Porter'ın "Ulusların Rekabetçi Üstünlüğü" modelinin Türkiye ve birkaç komşusuna uygulanmakta olduğunu ve bunu birkaç büyük holdingimizin finanse ettiklerini duymuştum. Arkası gelmemiş olacak ki, kamuoyuna hiçbir şey sunulmadı. TÜSİAD, MÜSİAD gibi kuruluşlarımız da, artık bıkkınlık veren alışılmış yıllık ekonomi raporlarına değil; böyle uzun soluklu araştırmalara kaynak ayırmalıdırlar. İktidar adayı partiler, hiç değilse iktidara geldikten sonra, en önemli işlerinin başında ciddi ekonomik araştırma merkez veya enstitüleri açmak olduğunu bilmelidirler. (Ne yazık ki, hem de çok şatafatlı biçimde buna benzer fikirler her zaman dile getiriliyor, fakat ipler ele geçtiğinde icraat sıfır noktasında kalıyor. Neden acaba?) Dış ticaretle büyüme arasında ilişki kurarken, kur politikalarına değinmemek olmaz. Bugün global ticaretin dörtte üçü esnek kur sistemi üzerinden yapılmaktadır. Dolayısıyla, sabit kurda inat ederek dış pazardan pay kapmak son derece zordur. Hele bizim gibi enflasyon içinde yüzen ülkeler isteseler de sabit kuru sürdüremezler. Ancak, yüksek düzeyde borcu olan ülkelerde parasal krizlerin önemli bir kısmı esnek kurdan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, her iki durumu da göz önünde bulundurup, kontrollü bir esnek kur sistemi takip edilmelidir. Bunun ölçü ve ayarı çok ciddi teorik bilgi ve ampirik veriler gerektirmektedir. Tabiatıyla, global ekonominin bir de finans boyutu var ve galiba bu reel boyuttan daha önemlidir. Türkiye ve benzeri ülkeler, merkezî bir finans havuzuna yaklaşık 3 trilyon dolar borçlu durumdadırlar. Dolayısıyla, ne kadar sevimsiz gözükürse gözüksün, IMF gibi kuruluşların gölgesini çiğnemeye güçleri yetmez. IMF, köprü başındaki Deli Dumrul sayılmalıdır. Yoksa IMF-destekli istikrar programlarının hiçbir zaman kalıcı istikrar (ve büyüme) getirmediğini artık kendileri bile itiraf ediyorlar. (Son 25 yılda, dünyada ve Türkiye'de kur politikalarına dayalı istikrar programlarının ortalama ömrü 10 ayı aşmamıştır! On aylık bir programın istikrar üretmesi mümkün müdür?) Nobel ödüllü iktisatçı Stiglitz bu yüzden finans-odaklı küreselleşmenin dünya nüfusunun büyük çoğunluğu için kâbusa dönüştüğünü söylüyor. Binaenaleyh, işimizi IMF'i hesaba katarak, fakat ona bel bağlamayarak çözmek zorundayız. (Deniz Baykal, birkaç ay önce, birilerinin kulağına fısıldadığı buna benzer sözler sarfediyordu. Fakat CHP, Kemal Derviş'e iltihak ettikten sonra, Deniz Bey dut yemiş bülbüle döndü. Şimdi Derviş'in ve IMF'in Türkiye'deki ekonomik krizi nasıl aştıklarını ballandıra ballandıra anlatmakla meşgul. Bakalım seçmen 'yiyecek mi' bu dolmaları?) Evet, ekonomiyi düze çıkarmaktan söz ettik, ama bir yazıda ancak dış boyutu kısmen yansıtabildik. Gazetede uzun mesafeli yazı yazmanın olağan sıkıntısıdır bu. Hele bir de sevgili sayfa editörümüz yazıyı birkaç parçaya bölüp, her birini numaralamadan sayfanın bir köşesine yerleştirdi mi, siz artık ayıklarsınız pirincin taşını. Devam edeceğiz inşaalllah.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |