|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika'nın Irak politikası üzerine yeni bir şey söylemek zor. Bu dünya gücü, evirip çevirip vurmak istiyor. Stratejik hesaplarını yalnızca kendisi biliyor, ve tüm dünyaya bu iradeyi dayatmaya çalışıyor. Hatta belki Amerika olarak, kendisi bile bilmiyor, Amerika'yı bile etkileyen bir iradenin politikalarını icra ediyor. The Guardian'dan Polly Toynbee (13 Eylül)'nin şu tesbiti ne kadar şaşırtıcı: "Bush'un amacı nedir? Bu gizliliğini koruyor. ABD'nin istediği, BM'nin onların isteklerini uygun bir Güvenlik konseyi kararıyla 'ayin yaparak kutlaması.' Ancak bu gerçek Amerika değil. Küçük bir tarikat imparatorluk için savaşıyor." (Cumhuriyet çevirisi, 16 eylül 2002) Küçük bir tarikat, kim o? Kim ABD'nin şahinleri ve onların arkasında saf tutanlar? Herkes zaman içinde yamuluyor. Amerika'nın savaş hırsına karşı rezervleri olanlar birer birer görüş değiştiriyor. Düşünün bir, savaşın akıbetinden en çok tedirginlik duyan ülkelerden biri Türkiye... Savaşın nihai amaçlarını bilmiyor, Amerika'nın neye oynadığını bilmiyor, savaştan sonra bölgede nasıl bir ortam oluşacağını, bunun Körfez krizinden ağzı yanmış toplumuna nasıl yeni yükler getireceğini bilmiyor, (belki de çok iyi biliyor) savaşa onay verirse, bunun kendi topraklarını hangi ölçüde savaşın içine çekeceğini bilmiyor... Buna karşılık, bir dünya belirsizlik içinde, savaşın bir parçası olmaya doğru sürüklendiğini çok iyi biliyor. Şayet savaşa sürüklenmekten kurtulamazsa, en az zararla çıkmak için çareler arıyor. Ama çare diye düşündüğü şeylerin hayata geçirilebileceği noktasında yeterli imkana sahip olup olmadığını da bilmiyor. Çünkü savaşa bu kadar mecbur hale gelmesinin arkasında kimi mecburiyetlerinin olduğunu biliyor. Çünkü Amerika, öyle veya böyle boyun eğdiriyor. Dünya Amerika'nın sömürge alanı haline gelmiş bulunuyor. Hiç kimse, "yok öyle şey" demeye kalkmasın. Adam BM'nin kürsüsüne çıkmış, ":Ben bu işi yapacağım, ama istiyorum ki, gerekçelerimi onaylayın, zevahir kurtulsun. Yoksa gene yaparım bu defa BM olarak haysiyetiniz sıfırın altına düşer" demeye getiriyor. Adam ABD'nin Başkanı. Adamın devlet adamlığı klası, dünyaca tartışılıyor. Adamın vizyon sahibi bir dünya lideri olmaktan çok, arkasındaki güç odaklarının sembolik icracısı olduğu çok geniş bir çevrede paylaşılıyor. Ama ne olursa olsun o, fiili olarak bir global güce hükmediyor. Bir farklı zamanda kolaylıkla Hitler gibi dünyayı ateşe verecek düşük kapasiteli bir politikacı muamelesi görecek bir adam, gene güçlü zamanındaki Hitler gibi, Amerikan halkını büyüleyen bir devlet adamı itibarı görüyor. Dünyada ahlakın, hukukun, erdemin, ne kadar kaygan bir zemine sahip olduğunu görmek için, ABD'nin 11 Eylül sonrası uygulamalarına ve şu an geliştirdiği politikalara bakmak fazlasıyla kafidir. İçerde insan haklarına keyfi normlar getiren, savaş hukukuna, esirlere yönelik uygulamalara keyfilikler getiren, dünya haritası ile, ülkelerin iç işleri ile gücü öne çıkaran keyfilikle oynamaya kalkışan bir global güç... Ve onun keyfiliğine, zaman içinde, bir "ahlaksız teklif"e boyun eğme psikolojisi ile olur veren irili - ufaklı devletleriyle tüm bir dünya... Kimi Amerika'nın "güç buyrultusu"nu kutsayan - meşrulaştıran politikalarının gölgesinde kendi sivilcelerini patlatmayı, kimi Amerika'ya eşlik edip kanlı pastadan pay almayı, kimi "bana ilişmesin" korkaklığını, kimi ödemekte zorlandığı borçlardan kurtulma ümidini, kimi ABD ile karşı karşıya gelmemeyi hesap ederek güç kullanımına "Okey" diyen bir devletler dünyası... "Dış politikayı çıkarlar belirler" değil mi? Çıkarları da devreye sokabileceğiniz güç miktarı... "Gücü Var, Ruhu Yok!" Bu, Afganistan'daki Amerikan bombardımanını değerlendiren Altınoluk Dergisi'nde bir kapak sloganı idi ve orada yazdığım yazının başlığı idi. Afganistan bombardımanından bu yana, gücünü daha insani bir çerçevede kullanabileceğine dair hiçbir ümid uyandırmadı Amerika. Aksine, "insani erdemlerden arınmış" bir "Ruhsuzluk" içinde politikalar geliştiriyor. Kullandığı tüm insani söylemler de, varıp bombardımanlara, petrol alanlarını kontrol hesabına, savaş ekonomisini besleme hesabına, dünya egemenliği hesabına dayanan emperyalist savaşlara gerekçe olma bahtsızlığına uğruyor. Bu çağ, sözümona insan haklarının anıtlaştığı bir çağ. İnsan haklarını denetleme gerekçesiyle ülkeler dövülüyor... Ama insan haklarının katli de, aynı söylem bir maskeye dönüştürülerek yapılıyor. Yanıbaşımızda bir ülkenin üzerine, Amerika tarafından bombalar yağdırılacak. Irak'lı çocuklar, Körfez Krizi'nden bu yana uygulanan insafsız Amerikan ambargosu altında ilaçsızlıktan, açlıktan can verdiler. Yarın yeni bir çocuk kırımının yolu açılacak... Bu, en çok bizim ülkemizde, en çok İslam coğrafyasında acı uyandıracak. Bush'un Amerikasını sevmiyoruz. Yarın daha çok sevmeyeceğiz. Bunun bilinmesinin de bir önemi olduğuna inanıyorum. Yıllardan beri binlerce film cevirip, kitap yazıp tüm dünyaya "Hitler nefreti" aşılayanlar, yani insanların kalbine ulaşmaya çalışanlar anlamsız bir iş yapmıyorlarsa, Amerika'nın İslam coğrafyasına gönderdiği savaş canavarının uyandırdığı nefretin de anlamsız olmayacağını bilmek durumundadırlar. Dünya boyun eğse, yüreklerimiz boyun eğmeyecek bu global cinnet - cinayet politikasına...
DEMOKRASİ KOMEDİSİ
Yargıtay'ın Tayyip Erdoğan hakkındaki kararı, Türkiye'yi tam bir demokrasi komedisinin oynandığı ülke haline getiriyor. Çünkü TBMM'nin 312 üzerindeki değişikliklerini anlamsız hale getiren Yargıtay kararı, Türkiye'nin seçimlerden birinci çıkması kuvvetle muhtemel bir partisinin liderinin önünü kesmeye yönelik mahiyet taşıyor. Konunun, Yargıtay safhasına gelinceye kadarki boyutu ise, yaşanan çifte standartlarla hukuk - insan, hukuk - siyaset ilişkilerindeki sancıları gündeme getiriyor. Bu hukuk icrası ile, bu demokrasi çerçevesi ile bir Türkiye... Ne demeli bilmem ki! Ne demeli bilmem ki! Şimdi iş vatandaşa düşüyor. Seçimleri, bu demokrasi komedisini sahneye koyanlar hesabına drama dönüştürmek işi...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |