|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İç politikanın hayhuyu arasında Irak'la ilgili gelişmeleri gözden kaçırdığımı sanmayınız. Ortadoğu, benim 30 yılı aşkın süredir 'özel ilgi ve bilgi' alanım. Ömrümün bir bölümü, orada yaşayarak geçti. Meslek hayatımdaki 'varoluşum'u ise oraya borçlu sayılırım. Dolayısıyla, Ortadoğu'yla ilgim hiçbir zaman kesilmez. Zaten, ilgiyi biraz kestiğiniz anda 'bilgisiz' kalırsınız; 'bilgisiz' ilgi ise, Ortadoğu'da insana yolunu şaşırttırır. Ortadoğu'ya ilgi ve bilgi, elele yürümek zorundadır. Ortadoğu'da Türkiye'nin yakın ve orta vadeli geleceğini etkileyecek önemde gelişmeler, Irak'a ilişkin olarak yol alıyor. Öncelikle, George W. Bush yönetiminin 'Irak'a vurmak, Saddam'ı yıkmak' hazırlığının yoğunlaştığı bir dönemdeyiz. Yönetimin etkili 'şahin kanadı'nın Saddam rejimini devirmek konusunda aşırı derecede arzulu olduğu, bu kanadın, İsrail'deki 'şahinler' ile aynı 'dalga boyunda' bulunduğu, Irak'ı 'nakavt etme' hamlesinin, esas olarak, İsrail'in 'stratejik hedefi' olduğu biliniyordu. Başkan Bush 'şahinler'in bu yöndeki arzularını zaten paylaşıyordu ama 'yeni olan', artık bunun 'zamanlaması' konusunda bir 'karar' vermiş olması. Sezilen o ki, 'Kasım ortası 2002-Ocak sonu 2003 parantezi'nde, 'mukadder Irak harekatı' gerçekleşecek. Bush'un New York'ta BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmayı –bu çerçevede- şöyle anlamak mümkün: 1. Birleşmiş Milletler, derhal-vakit kaybetmeden Saddam'a karşı harekete geçmeli ve Amerika'nın başını çekeceği Saddam'ı yıkma eylemi; 'BM damgalı', 'uluslararası meşruiyet'e sahip bir eylem haline sokulmalıdır; 2. Amerika, BM harekete geçmediği takdirde, Saddam'ı yıkmaya muktedirdir, Saddam'ın yıkılması 'meşru olacaktır' ve böyle bir durumda, Birleşmiş Milletler, uluslararası sistemin yönetici gücü ABD'yi izlemeye mecbur kalacaktır. Bush'un BM'ye sunduğu bir tür 'ya seninle; ya sensiz' durumu. Saddam'ın akıbeti açısından değişen bir şey olmayacak. 'Güce dayalı' politika ve diplomasi, 'etik itirazlar'a rağmen, genellikle sonuç verir. Nitekim, İngiltere'nin Tony Blair'inin yanısıra, AB'nin en 'anti-Amerikan' mensubu diye bilinen Fransa dahi Jacques Chirac'ın ağzından, eğer Amerikan harekatı ve Saddam'ın yıkılması kaçınılmazsa, Fransa'nın Amerika'nın ardında 'safa gireceği' sinyallerini iletiyor. AB bünyesinde, Amerika'nın Irak'taki savaş niyetlerine net biçimde karşı koyan Almanya'nın Sosyal Demokrat Başbakanı Gerhard Schröder oldu. Bu sayede, çok yaklaşan Alman seçimlerinde, rakibi (eni konu sağcı ve Türklerden pek hazzetmeyen) Hristiyan Demokrat Edmund Stoiber'e karşı üç puanlık bir avantaj sağladı. Schröder, bu 'manevrası'yla daha soldaki komünist ve hatta geleneksel olarak 'anti-savaş akımı'nı temsil eden Yeşiller'in desteğini de kendi safına çekebilir. Ancak, Alman seçimlerinden sonra, Amerika'nın Irak operasyonu başladığı takdirde, Schröder'in tutumunun aynen devam edebileceği de şüpheli. Rusya ise, Irak konusunda görüntüde verdiği imajın tersine; Bush'la aynı dalga boyunu tutturmaya uygun konumda. Zira, Vladimir Putin'in Kafkasya'da ve genel olarak 'Avrasya'da güttüğü emellerin gerektirdiği uslup, Bush'unkinden çok değişik değil. Yani, harekete geçtiği takdirde veya harekete geçeceği vakit, Amerika'nın eli kolu, pek bağlı olmayacak. En erken Kasım 2002 ortası-en geç Ocak 2003 sonu, Şubat 2003 başı olarak sezilen 'Irak'a harekat zamanı' ile Türkiye'de seçim sonucunun alınacağı, yeni hükümetin işbaşına geleceği, programını açıklayacağı vs. 'zaman dilimi' büyük ölçüde 'eş zamanlı'. Ne ilginçtir ki, hiçbir partinin ne seçim bildirgesinde, ne de günlük söyleminde 'Amerika-Irak denklemi' hiç ama hiç yer almıyor. Türkiye, ABD müttefiki ve Irak'ın komşusu değilmiş ve tüm Ortadoğu'nun geleceğini biçimleyecek gelişmelerden bağışıkmış gibi davranılıyor. Niçin? Herhalde, ABD müttefiki ve Irak'ın komşusu bu ülkede, ülkeyi yönetme iddiasında bulunacak hiç kimsenin kapsamlı bir 'Türkiye tasarımı' olmadığı gibi; bir 'Ortadoğu ve dünya tasarımı' da şu dönem itibarıyla yok. 'Dünya görüşü' yoksunu siyasi partilerin 'yarış hipodromu' niteliğindeki seçimlerde, dünya politikasının 'bir numaralı gündem maddesi'ne kendi 'dünya görüşünün prizması'ndan bakabilecek halleri de dolasıyla yok. Bu durumda, Irak'ta yaklaşan 'savaş'ın bulutları, Türkiye'yi 'siyasi' ve 'zihni hazırlığı'nı ikmal etmeden yakalayacak bir süratte oluşuyor. Yine de, Türkiye'de iktidara talip her partinin kendisine ve Amerikalılara şu soruları –vakit geçirmeden- yöneltmesi şart: 1. Demokratik hiçbir rejim -hele Türkiye gibi Ortadoğu dengeleriyle de ilgili olan bir ülkede- Saddam rejiminin devamını arzulamaz. Ancak; Saddam'ın devrilmesi halinde nasıl bir Irak tasarlanmaktadır? Eğer, niyet, 'demokratik Irak' ise, Irak nüfusunun yüzde 60'ından fazlası Şiidir. Demokrasinin gerçek anlamda Irak'ta işlemesi, Irak üzerine, ister istemez, 'İran nüfuzu'nu davet edecektir. Amerika, 'demokratik Irak' derken, ne demektedir? Ne demek istemektedir? 2. Amaç, Irak'ın 'toprak bütünlüğü'nü aynen koruyarak, 'diktatör Saddam'ı devirmek ise; bunun sonucu 'demokratik Irak'tan vazgeçmektir. Çünkü, Irak, kuruluşundan itibaren 'Bağdat ve çevresindeki Sünni Arap azınlık'ın 'kuvvetli merkezi yönetimi esası' üzerine dayanmıştır. Bu 'olgu', Haşimi monarşi rejiminde de, Baas Partisi'nin çeşitli otokratik rejimlerinde de değişmemiştir. Sünni Arap azınlık ise, 'aşiretler arası ittifaklar'dan oluşur. Saddam'ı devirerek, Irak'taki yapıyı korumak demek; aynı katılıktaki bir rejimi, benzer bir yapıyla sürdürmek istemek demektir. Ne var ki, 'Saddam tıpası'nı kaldırdıktan sonra, ülkeyi bugünkü yapısı içinde tutabilmek hayal olacaktır. Öyleyse, Amerika'nın bu 'sorunsal'a getirdiği 'cevap' nedir? Amerikalılara, özellikle Türkiye'den sorulması gereken daha bir dizi ve 'hayati önem'de soru var. Bununla birlikte, Türkiye'nin (ve her siyasi partinin) kendisine sorması gereken bir temel soru da var: Türkiye, 'Kuzey Irak'ta bir Kürt devletinin kurulmasına da, federal bir Irak'ta Kürt federe devletinin merkezinin Kerkük olmasına da karşıdır ve Türkmenlerin haklarının korunmasından yanadır' diye özetlenebilecek bir 'Irak politikası'yla yetinebilir mi? Türkiye'nin 'Irak politikası' bu kadarıyla özetlenebilir bir politika mı olmalıdır? Türkiye'nin 'Irak politikası' ne olmalıdır ve ABD'nin 'Irak politikası' ile bu politika örtüşmezse ne yapılmalıdır? Bu soruları sormayan siyasi partiler, 'iktidar'ı niçin isterler?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |