T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Seçimi, acaba kime emanet edebiliriz?

Türkiye 1946'da demokrasiye geçtikten sonra, "Seçim"in siyasetçilere bırakılamayacak kadar önemli bir olay olduğu anlaşıldı..

Ve böylece, seçimlerin denetimi de, yönetimi de yargıya verildi..

Şöyle bir geriye bakarsanız, Cumhuriyet'in ilk dört genel seçimi (1927, 1931, 1935, 1939), 1324 tarihli "İntihab-ı Mebusan Kanunu" ile yapılmıştır..

Tabiî bu arada, 1934'teki, 2589 Sayılı Kanun'la, kadınlara seçme ve seçilme hakkı getirilmiştir.

1942'ye kadar seçim "İki Dereceli"ydi..

Parti (veya Şef), 1'inci seçmenleri (müntehib-i evvel) seçer.. Onlar da, istenilen adayları milletvekili seçerdi..

14 Aralık 1942'de, "Tek Dereceli Seçim"i getiren "Mebus Seçim Kanunu" kabul edildi..

Ama bu Kanun da, "Açık Oy Gizli Sayım" ilkesini içeriyordu..

1946 seçimleri, böyle yapıldı..

O seçimlerde, bazı sandıklarda hemen hemen tüm seçmenler, muhalefetteki Demokrat Parti'ye oy vermişlerdi..

Ama "Gizli Sayım" sonucu, o sandıklardan hep CHP oyları çıkmıştı..

Sonunda, 1950'deki "14 Mayıs" seçimlerine, 16 Şubat 1950'de kabul edilen 5545 sayılı Seçim Kanunu ile gidildi..

Ve böylece, "Gizli/Oy-Açık Sayım" ilkesi ve seçimlerin yönetiminin de, denetiminin de yargıya bırakılması sisteminin yolu açıldı.

Türkiye'de politikacılar ve bürokratlar, kendi ellerindeki yetkiyi, yargıya böylece devrettiler.

Şimdi yaşamın bir parçası olan "Yüksek Seçim Kurulu", "Seçim Takvimi", "Aday Listelerinin Onanması" gibi olguların özünde, bu gelişmeler var..

Daha sonra "Seçim Kanunu" defalarca değişse bile, "Yargı Gözetimi" vazgeçilmez bir ilke olarak kaldı..

Demokrasiyi rafa kaldıran askeri rejimler bile, referandumlarını falan "Yüksek Seçim Kurulu" olmadan yapmadılar.

Şimdi "İnşallah" 3 Kasım'da bir genel seçime daha gidiyoruz..

Ve görüyoruz ki, sade bu seçimlerin güvenli biçimde yapılması değil, sonucun şöyle veya böyle olması da, "Yargı"ya bırakılmış durumda..

Aslında bu süreç de, 27 Mayıs 1960, askeri darbesi ile başlatıldı..

Türkiye'de çeşitli dönemlerde, çeşitli politikacılar "Yasaklı" olmaya başladı..

"Yargı" da, aday politikacıların hangilerinin yasaklı, hangilerinin özgür olduğunu, hukuk süzgeçlerinden geçirerek, belirlemeye başladı..

"Seçim kanunları" kadar, "Af kanunları" da, siyasetin temel belirleyicileri oldu böylece..

Örneğin şu anda 3 Kasım seçimlerinin favorilerinden biri olan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 1980'li yıllarda "Yasaklı"ydı..

Örneğin, diğer favori olan AK Parti'nin lideri Tayyip Erdoğan, eğer Yüksek Seçim Kurulu öyle derse "Yasaklı" olabilir.. Yargıtay da, "yasaklı olsun" diyor..

Açık söyleyelim..

Türkiye'de son yarım yüzyılda çok fazla doğrudan ve dolaylı askeri müdahale yer aldığı için, siyaseti ilgilendiren mevzuata da, bunun uygulanmasına da, toplumda pek güvenilmiyor..

"Kanunlar örümcek ağına benzer.. Büyük sinekler deler geçer, güçsüzler takılır" diye halk arasında söylemler vardır ya..

Şimdi halk ve seçmen arasında güçlü olanın, yargı ve devlet karşısında güçsüz olması ihtimali var olabilir..

Bir de hatırlatalım..

Tayyip Erdoğan, şiir okuduğu için "Mahkûm" ve "Yasaklı" olmuştu..

Bir de, Adalet eski Bakanı Hikmet Sami Türk'ün, CNN-Türk'e bu konuda yaptığı yorumu ekleyelim..

-Yargıtay, Erdoğan'ın adli sicil kaydının silinmesi aleyhindeki kararı ile isabetli davranmamıştır. Biz, AB'ye uyum çerçevesinde, Ceza Kanunu'nun 312'nci maddesini değiştirdik. Erdoğan'ın fiili, böylece suç olmaktan çıktı.. Mahkûmiyetinin bütün hukuki sonuçları ortadan kalktı.. Şimdi, AB'nin Türkiye'ye sürekli söylediği "Siz kanunları çıkartıyor.. Ama uygulamıyorsunuz" sözüne cevap aramak lazım..

Keşke Mesut Yılmaz da, Avrupa Birliği'ni hatırlayıp, Tayyip Erdoğan'ı savunabilseydi..

ŞAKA

Aziz Yıldırım'ın yanlış seçimi!..

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, herhalde yanlış meslekte başkan olduğunu anlamıştır..

Mesela ANAP'a Başkan olsaydı, her seçimde yenilirdi.. Yani 4-5 yılda bir üzülür ve sonra da unuturdu yenilgisini..

Fenerbahçe'de ise, her hafta başarısızlık geliyor..

Bahtsız Yıldırım, her hafta üzülüyor..

3 KASIM'A KADAR SÜRECEK..

Ecevit'in hedefi Kemal Derviş!..

CHP Genel Başkanı ve Başbakan Bülent Ecevit'in, hafta sonunda Zonguldak mitinginde Kemal Derviş için söyledikleri, seçim kampanyasının ne tür polemiklerle geçeceğinin işaretcisidir.

Hatırlatalım Ecevit'in sözlerini:

İktisatçı olarak bildiğimiz bir arkadaşımızı Amerika'dan getirdik. Fakat bu arkadaşımızın ekonomist olmaktan çok siyasetçi olduğu anlaşıldı. Evvela DSP grubunu böldü.. Ondan sonra YTP'nin kuruluşunu sağladı. Bunu sağladıktan sonra, onu da parçaladı, gitti CHP'ye. Bizim böyle oyunlara aklımız ermez..

Düşün ki, Ecevit ve Derviş, İstanbul'da aynı bölgeden rakip adaylar..

Seçmen, Ecevit'in bu doğrultudaki konuşmalarını, 3 Kasım'a kadar dinleyecek.

Ve diğer DSP'liler de, aynı doğrultuda konuşacaklar..

Baksanıza, Derviş'in halefi Masum Türker'in sözlerine..

Sabah'tan Şamil Tayyar'a konuşmuş Türker..

-Derviş'le aramızdaki fark, o yalı kapılarına giderdi, ben halkın temsilcilerine gidiyorum, demiş..


17 Eylül 2002
Salı
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED