|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tayyip Erdoğan'ın hukuki durumuna ilişkin olarak onlarca defa "şimdi ne olacak" sorusu soruldu. Her soru-cevap, bu konudaki belirsizliği biraz daha artırmaktan başka işe de yaramadı. Ülkenin kaderini yakından ilgilendiren bir hukuk meselesi olmasına rağmen Erdoğan davası, siyasetin gölgesinden de hiçbir zaman kurtulamadı. Dosyanın itiraz ve iptallerle kabaran sayfaları, papatya fallarında koparıldıkça azalan yapraklar gibi merakı artırdı, heyecanı kabarttı. Serencamı tekrara gerek yok. Yanlış bir kanun, yanlı bir karar ve ardından birbirini defalarca tekzip eden bir dizi uygulamayla bugüne kadar gelindi. Yargıtay'ın dünkü "iptal" kararının ardından şimdi hepimiz; bu hukuk falında kopacak son yaprağı, yani Yüksek Seçim Kurulu'nun ilan edeceği hükmü bekliyoruz. Ne var ki bu karar da nihayet, Erdoğan'ın 3 Kasım'da aday olup olamayacağını belirleyecek, siyasi geleceğinin tümüne ilişkin bir netlik sağlamayacak. Yani, ülkenin en büyük partilerinden birinin genel başkanının siyaset yapabilme sınırları hala belli değildir. Bundan daha elim ve vahim olmak üzere, aynı genel başkanın siyaset alanı sınırlarla çevrilmiş durumdadır. Öte yandan, bu çelişki sadece Erdoğan değil, Necmettin Erbakan, Murat Bozlak ve Akın Birdal'ı da kuşatmakta; onlar da siyasi yasaklı politikacı kategorisinde bulunmaktadırlar. Yarın onlar hakkında da olumlu ya da olumsuz bir karar verilecektir. Yani milletvekili olup olamama durumları hala belirsizlik içermekte, sistemin kanaati Demokles'in Kılıcı gibi, onların başının üzerinde de sallanıp durmaktadır. İşte, YSK'nın vereceği karar da, "şimdi ne olacak?" sorusu da bu baskı koordinatları içinde gündeme geliyor. Ama, sorunun cevabı Erdoğan ya da Erbakan'nın siyasi kariyerlerinden çok, ülkenin geleceğini ilgilendirmektedir. Eğer, gerçekten tarihin en büyük krizini yaşamakta olduğumuza inanıyorsak, piyasalara güven lazımsa, ekonominin yeniden büyümesi, Türkiye'nin "sahiden" AB sürecine girmesi gerektiğini düşünüyorsak, bir kez olsun yasaksız bir seçim yapmak zorundayız. 3 Kasım'da kurulacak sandığı rahat bırakmalı, ülkenin bütün insan malzemesini özgürce oylatabilmeliyiz. Zira, krizi ve kaosu aşmanın bundan başka yolu kalmamıştır. Erdoğan'sız, Erbakan'sız, Bozlak'sız, yani yasaklı, sınırlı ve blokajlı bir seçimin, sandıktan beklenen faydayı elde etme adına hiçbir anlamı yoktur. Böyle bir seçim sadece şaibeli olmakla kalmaz, gerekliliğini ve önemini de yitirir. Yasakların gölgesinde yapılacak seçim; siyasetin doğası gereği kaçınılmaz olarak, en geç 2 yıl sonra yeni bir seçim ihtiyacını gündeme getirecektir. Gerçek sivil siyaset dengesi, sistemin siyasetteki bütün unsurlarla dürüstçe ve eşit şartlar altında yüzleşmesini ötelenemez bir gerçek olarak dayatıyor. Peki, yüzleşme hala neden gecikiyor? Hukuk neden bu kadar eğilip bükülüyor, millet iradesi neden bu denli pervasız bir şekilde yok sayılıyor? Bunun cevabını ancak, yasak koyucuların zihnini okuyarak ve onları kendileriyle hesaplaşmaya çağırarak verebiliriz. Eğer, "derin devlet" diye bir mekanizme varsa ve eğer bu mekanizmanın amacı Türkiye Cumhuriyeti'ni bir büyük devlet olarak korumak ve geliştirmekse, derin unsurların mevcut ekonomi ve dış politika tablosuyla bu ülkenin ne kadar daha bağımsız ve ayakları üzerinde kalabileceğini sorgulamaları gerekiyor. Ve tabi yaptıkları tercihlerin doğurduğu sonuçları. Ülkenin değer kaybetmesine aldırmadan ve bunun pahasına, kendi temelsiz kaygılarını gidermeyi önemseyenlerin tercihlerinin ne kadar rasyonel olduğu tartışmalıdır. Nitekim, 100 milyar Dolar'a varan hortum ve rant stokunu doğuran 28 Şubat da nihayet bu tercihten başka bir şey değildir. Geride bırakılan 5 yıl, yani, siyasetin ard arda mühendislik projeleriyle zayıflatıldığı dönem, bugün yersiz olduğu apaçık anlaşılan endişeler nedeniyle boşa geçirilmiştir. Seçilmiş siyasetçilerden esirgenen iktidar, çaresiz bir şekilde IMF-Washington eksenine teslim edilmek zorunda kalınmıştır. Ama artık deniz bitmiş ve dibe vurulmuştur. Seçimlerin zamanından 1,5 yıl önceye, yani 3 Kasım'a alınmasının nedeni de zaten budur. Peki, bu şartlar altında hala siyaset alanını yasaklarlarla daraltmaya çalışanlar neyi ispatlamış olacaklar? Ellerinde kalan son kalelerde sistemi kahramanca savunmaya devam ettiklerini mi? Bu ülke fakir ve umutsuz kaldıkça, ne yazık ki bu kahramanlığın kimseye yararı olmayacaktır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |