|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Seçimlerin normal vaktine daha 2 yıl vardı. Türkiye seçimlere gitme noktasına geldi, çünkü kabul edilsin edilmesin siyaset tıkandı. Demokrasilerde seçim bir yenilenme vasıtasıdır. Çıkış yoludur. Barajlarda kapak açma ve toplumsal gerilimi düşürme yöntemidir. Toplum, kendisini temsil edecek kadroları değiştirir, partilerin matematik denklemlerini değiştirir ki, eski kadroların enerji tükenmesinin yerini, yeni heyecanlar alsın, partiler arası ilişkilerdeki tıkanmalar giderilsin, iktidar oluşumunda yeni fırsatlar doğsun. Peki öyle mi olacak? Öyle olabilirdi, halka özgürce seçme imkanı tanınsaydı.... Oysa seçime bir buçuk ay kala, devreye giren ve yarışın en gözde - favori adaylarını safdışı eden girişimler, seçimi, demokratik bir yenilenme aracı olmaktan çıkarıyor. Aksine, seçim süreci bunalımı daha da dterinleştirecek bir mahiyet kazanıyor. Ve Türkiye bunu hep yaşıyor. Ve seçimler demokratik anlamını yitiriyor. 12 Eylül sonrasını düşünün... Türkiye, uzun süre siyasi yasak gerilimini yaşadı. Türkiye siyasetinin yetiştirdiği en deneyimli insanlar, kendilerine yeniden alan açabilmek için meydan meydan dolaştılar. Hemen tüm iktidar-muhalefet ilişkileri, söz konusu kişilerin meşruiyyet kavgasına dönüştü. Bu ortamda iktidar da iktidarını icra edemedi, çünkü bir kısım insanın yasaklılığı pahasına iktidarı almış gibi bir konuma sürüklendi. O dönemde Demirel gibi siyaset duayenlerinin dile getirdikleri husus şuydu: -Türkiye, ancak birkaç seçimden sonra normal hayata dönebilir. Ve Demirel altı kere gitti, yedi kere geldi ve cumhurbaşkanı olarak geldi. Acaba Refahyol iktidarı Türkiye'nin normal hayata döndüğü dönemin ürünü mü idi bilinmez ama, o iktidarın oluşumu da sancılı oldu, gidişi de... Çünkü bu defa post-modern darbe diye nitelenen ve siyaset dışı güçlerin tetiklediği örtülü bir müdahale geldi. 28 Şubat 1997... O da sıyası yasaklılar üretti ve sancıalr sürüyor. Şimdi 2002'deyiz ve hala o sürecin ürettiği siyasi sancıları yaşıyoruz. O sürecin "siyasi yasakları" siyasi kadroları meşru veya meşruiyyet dışı tutuyor, halkın iradesi o sürecin gölgesinde şekilleniyor. Ama sancı diye bir vakıa var. Türkiye durulmuş değil. 28 Şubat'ın siyasi misyonunu taşıyan kadrolar iktidarda tükendiler... Şu an Türkiye'nin seçime gitmek zorunda kalışı, o kadroların tükenişi ile de yakından ilgili... Türkiye'de bir tecrübeden daha söz etmek mümkün ki: Siyaset dışı müdahalelerle gelen siyasi kadrolar, kısa süre içinde tükeniyor ve halk onları değiştirme iradesi sergiliyor. Öte yandan 28 Şubat geriliminden sonra bazı hassasiyetler ekseninde özeleştiri yapan kadrolar Türkiye'yi sancıdan çıkaracak yeni alternatiflerle geliyorlar. İlginç olan şu ki, bu kadrolar, geniş halk ilgisine de mazhar oluyor, üstelik tek başına iktidara gelecek bir performans sergiliyorlar. Şimdi beklenen, halkın bu iradesine saygı göstermek değil mi? Olmuyor. Kuşku bulutları yoğunlaştırılıyor ve çok yırtıcı tasfiye girişimleri ile halkın iradesini devre dışı bırakmayı da göze alan ve açık biçimde seçimleri gölgeleyecek bir karambol oluşturuluyor. Hiç kuşkusuz bu siyaset dışı müdahaleler de sancılar doğuracak. Önü kesilenler meydan meydan dolaşacak, halka ulaşacak ve önünü açmaya çalışacak. 6 kere gidip yedi kere gelmek pahasına. Ve gelecek çünkü Türkiye'de siyasetçi hancıdır, bürokrat yolcu. Çünkü millet hancıdır, onun görevlendirdikleri yolcu. Ne var ki, bütün bu olacaklar hep sancı doğuracak. Ülke sancı içinde yaşayacak. Bu Türkiye'ye haksızlık! Bunun içinden Türkiye'ye esenlik getirecek bir sonuç çıkarmak asla ve asla mümkün değil. Sadece bunalım üretiliyor. Eğer bu operasyonların arkasında tırnak içinde "devlet" varsa toplumla "devlet" arasındaki ilişkilere hançer saplanıyor. Nasıl yapılıyor bu, anlamak mümkün değil. Bugüne kadar yapılanların hiçbirinin sonucu Türkiye'ye hayır getirmemişken hala nasıl damarına damarına basılıyor bu ülkenin ve insanlarının anlamak mümkün değil. Bu, ülke sevgisi mi Allah aşkına! Bu, sorumluluk duygusu mu? Vatandaşın iradesinden ülke yönetimini kaçırmak ülkeye hizmet mi? Demokrasiler yanlış yapanı değiştirme sistemini oluşturmuşlar. Seçimler bunun için var. Muhalefet bunun için var. Parlamento denetimleri bunun için var. Sivil toplum örgütlerinin denetimleri en az parlamento kadar etkili. Bütün bunlardan ayrı olarak, Türkiye demokrasisi (!)ne özgü çok spesifik denetim usulleri var... Yani herkes oyunun kuralını biliyor. "Koruma ve kollama" diye bir uygulama, ülkenin en etkin güçlerini harekete geçirip, ihtilalden darbeye ve post-modern darbeye kadar pek alımlı girişimleri "sistem içi"ne yerleştirmiş bulunuyor. Bu uygulamanın, bir siyasetçiye neye mal olduğunu bilmeyen siyasetçi kaldı mı? Bir başbakan, ipe de gidiyor, "koruma ve kollama" sürecinde, MGK'da hesaba da çekiliyor. Demek istediğim sanırım anlaşılıyor: Seçimle gelip de seçimle gitmeyecek babayiğit var mı, çıkabilir mi bu memlekette? Bir seçim süresine bile dayanamıyor iktidarlar, bir de seçimleri aşacaklar! Ama anlaşılıyor ki, bir seçim süreci için bile bazan halk iradesine başvurmak riskli görülebiliyor. Ve siyasi kadrolar, tanzim ve tasnif edilip, kimisine seçimden önce tasfiye layık görülebiliyor. İşte bu demokrasi değil. Ve işte bu böyle devam ettiği sürece, Türkiye'nin huzur bulması mümkün değil. Bundan da hiç kimse değil, Türkiye'yi hep bu gerilim noktasına getiren, halk iradesinin özgürce şekillenmesine razı olmayanlar sorumlu... Her kimse onlar... Oysa her millet, kendisine layık olan yönetimi seçer. Bırakın artık ülkeyi yönetecekleri seçme sorumluluğunu halka... Halk iradesi güdüle güdüle gelinen nokta işte ortada... Bırakın özgür şekillensin halkın iradesi... Gerektiğinde ülkesi için canını veren insanlar, bırakın özgürce ülkenin geleceğini biçimlendirsin...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |