|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
YSK'nın kararı bir 'şok' sayılır mı? Hayır. Sayılmamalı. 'Beklenmeyen' ya da 'umulmayan' bir karar değildi. Aksi yönde bir karar alsaydı, yani Tayyip Erdoğan'ın, Necmettin Erbakan'ın, Murat Bozlak'ın ve Akın Birdal'ın seçimlere katılabilmesi yönünde bir karar çıksaydı, 'sürpriz' sayılabilirdi. Zira, öyle bir karar, Türkiye'nin 'vehimler'den, 'kaygılar'dan sıyrılmış 'olgun bir siyasi yaşam'a kavuştuğu anlamına gelirdi. Oysa, Türkiye'nin halinin ve 'resmi Türkiye'nin 'halet-i ruhiye'sinin bu olmadığını biliyoruz. O bakımdan, çıkan kararda bir 'şok' ya da 'sürpriz' unsuru aramak gereksiz. YSK'nın kararına birkaç yönden yaklaşmak ve onu anlamaya çalışmak ise gerekli. Konunun 'hukuk tekniği' ile tartışmalara girmek bizim işimiz değil. Kararın, 'siyasi anlamı' ile yol açabileceği sonuçlar üzerinde duralım... 1. 'Siyasi anlamı' itibarıyla YSK kararı, Türkiye'de 'sistem'in 'İslam referanslı siyaset' ile 'etnik referanslı siyaset'e 'kesinlikle' yolları kapalı tutma kararlılığını ifade ediyor. Bu yönüyle, Türkiye'de 'siyasi özgürlükler'in 'Kopenhag kriterleri'nin öngördüğü 'espri'de genişlemediği de ortadadır ama kararın bu 'siyasi mesajı'nın AB'de ve genel olarak Batı dünyasında fazlaca 'tedirginlik'e yol açmayacağını kestirmek de mümkündür. 2. Bununla birlikte, Türkiye'deki 'sistem'in bu 'kararlılığı'nın 'pratikte' hayli karmaşık süreçlere de 'yol vereceğini' kestirebiliriz. YSK'nın dünkü kararına konu olan dört kişi açısından 'özel' tahlili ve incelemeyi gerektiren Tayyip Erdoğan ile Ak Parti'nin 'performansı' ve 'geleceği'dir. Nitekim, Murat Bozlak ile Akın Birdal'a ilişkin YSK oylaması 'oybirliği'yle çıkmış olmasına karşılık, Tayyip Erdoğan'a ilişkin oylama sonucu tek bir oya bağımlı, 4'e 3 olarak çıkmıştır. Murat Bozlak ve Akın Birdal yani HADEP-DEHAP hattı, 'siyasi sonuçları' açısından 'özel' bir tahlili gerektirmiyor; zira söz konusu 'ittifak', HADEP'in üzerinde etkisini hissettiren 'merkez' tarafından zaten HADEP'in 'barajı aşmaması'nın istenmesinin ve 'parlamentoda temsili'nin istenmemesi sonucunda söz konusu olmuştur. Kastettiğimiz 'merkez', tıpkı 'resmi Türkiye'nin 'merkezi' gibi, değişik gerekçelerle de olsa, HADEP'in parlamentoda temsilini istememektedir. Bu çerçevede, Murat Bozlak, Türkiye'deki Kürt vatandaşlarımızın kayda değer bir bölümünün 'siyasi lideri' olmaktan ziyade, 'hacir altında tutulan HADEP'in genel başkanıdır; dolayısıyla ona ilişkin 'milletvekili olma yasağı', kendi başına önemli bir 'siyasi sonuç'a işaret etmemektedir. Necmettin Erbakan, son çeyrek yüzyılda Türkiye'nin siyasi semalarında varolan 'siyasi İslam'ın 'simge ismi'dir. Ona ilişkin yasak, bu anlamda, 'İslam referanslı siyasete kesinlikle geçit yok' mesajını anlatıyor. Tayyip Erdoğan ismi, tam bu noktada bir 'özel önem' ifade ediyor. Tayyip Erdoğan, aynı referansla 'siyasi kariyeri'ne başlamış olsa da, zaman içinde 'farklı referanslar'a yönelme iradesi ortaya koymuş, dahası 'genç' ve 'karizmatik kimliği' ile Türkiye'deki 'çevre'nin 'siyaset merkezi'ne 'meydan okuması'nın bir 'simge'si konumuna gelmiştir. Genel başkanı olduğu Ak Parti'nin, bırakın 'İslamcı' olarak etiketlenmesini, 'ılımlı İslamcı' diye nitelenmesine bile, gayet kararlı ve katı biçimde karşı çıkmış, 'merkez ile merkez-sağ' arasında bir yerde, hem kendisinin, hem de partisinin tanımlanmasına gayret göstermiştir. Ona ilişkin 4-3'lük oylama sonucu, bu bakımdan, diğerlerinin tümünden farklı bir 'siyaset mühendisliği'ni akıllara getirmek zorunda. Çünkü: Tayyip Erdoğan'ın Ak Parti'si, 3 Ekim 2002 seçimlerinin 'favorisi' durumundadır. Hatta, 'tek başına iktidar' olması ihtimali bile vardır. Böyle bir galip ihtimal nedeniyle, Tayyip Erdoğan'ın yakın gelecekte Başbakan olması bile söz konusuydu. Dolayısıyla; Ak Parti'nin seçimlere katılmak için önünün açık tutulurken, Tayyip Erdoğan'ın önüne set çekilmesi; 1. Ya, 'birinci parti' çıkacağı tahmin edilen Ak Parti'nin, bu kararın yol açacağı 'kamusal tepki' de hesaba katılarak önünün daha da açılmasının tasarlanmasıdır. Seçim olursa, Ak Parti'nin 'birinci parti' geleceği tahminleri aylardır yapılıyordu ve bazı 'merkezler'in bu nedenle seçimlerin yapılmasını istemeyeceği ileri sürülüyordu. Oysa, o 'merkezler', seçimlerin erteletilme girişimlerine karşı çıktılar. Ak Parti'nin 'hükümet olması'nı o kadar dert edinmedikleri, Tayyip Erdoğan'lı bir Ak Parti hükümeti istemedikleri olan-bitenden sezilebilir. 2. Ya da, Tayyip Erdoğan'sız Ak Parti'nin seçimlerde 'birinci parti' çıkmayacağı hesaplanarak, söz konusu 'tasarruf' gündeme getirilmiştir. Türkiye'nin yakın siyasi tarihi, ikinci şıktaki 'tasarruflar'ın hiç sonuç vermediğinin çok sayıda kanıtıyla doludur ve bunu 'siyaset mühendisleri'nin bilmiyor ya da bunu böyle değerlendirmiyor olmaları da mümkün değildir. O nedenle, birinci şıkkın geçerli olduğu kanısındayım. 3 Kasım 2002, 'neyin ve kimin geleceği'nden ziyade 'neyin ve kimin tasfiye edileceği'nin cevabını arayan ve buna göre 'dizayn' edilmiş olan bir seçim olacağa benziyor. Artık, hem bir 'siyasi proje, hem de yaş-sağlık' gerekçeleriyle Bülent Ecevit'in ve bu arada Necmettin Erbakan ve yandaşlarının, hem de farklı gerekçelerden ötürü Mesut Yılmaz'ın ve 'şirket ortakları'nın tasfiyesinin zamanı gelmiştir. Tansu Çiller'in durumu 'tasfiyesi gerekmeyecek ölçüde' zayıflamıştır. Sandığın tasfiye etmeyeceği Tayyip Erdoğan ismi ise 'hukuki mekanizmalar' aracılığıyla 'tasfiye konusu' yapılmak istenmektedir. Seçimden Ak Parti'li bir hükümet çıksa bile, Ak Parti'nin uzun süre sağlam bir organizma olarak varolmayacağı tahmini herhalde yapılmaktadır. Besbelli ki, Ak Parti, Tayyip Erdoğan'ı aşmaya yöneltilmek isteniyor. Başarabilse de, başaramasa da, siyaset yelpazemizin o canibini 'fırtınalı bir gelecek' bekleyecek. Siyasi yelpazemizin o canibi 'türbülansa girecek' iken, şu andaki başlıca rakibi CHP'nin 'siyasi özgürlüklerin bayraktarı' görüntüsünü üstlenemeyecek bir role itilmesi (böyle bir arzu ve niyet zaten CHP'de pek temayüz etmiyor); onu 'devlet partisi' görüntüsüne tekrar sokmaya müsait olacaktır. Nereden baksanız, YSK kararı, 'devlet'in, 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra da 'siyaseti dizayn etme' işlevini sürdürebileceği sinyalini çakıyor. Ak Parti ve Tayyip Erdoğan'ın önünde fazlaca 'seçenek' yok. Ama 'zor seçenekler' var: 1. Aynı 'siyasi kökler'den gelen yönetici kadrolarının hem aralarında 'birliği' korumaları ve hem de 'siyasi özgürlükler'in savunuculuğunu yaparak, olabildiğince 'esnek' ve tüm toplumu kucaklayıcı davranmalarından; 2. Ve, Tayyip Erdoğan'ın başını çekeceği çok enerjik ve başarılı bir kampanyayla seçimlerden uzak ara 'birinci parti' olarak çıkmaya çalışmaktan gayrı... 'Siyaset dizaynı'na müdahale edebilecekleri 'güç' ancak, öyle bir sonuçla çıkabilir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |