T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir yargıç böyle konuşur mu?

Sabah gazetesinden Yavuz Donat hakkında bugüne kadar (Medyakronik'i de hesaba katarsak) hiç değilse 10 değerlendirme yazısı kaleme almışımdır. Onun başta Süleyman Demirel olmak üzere "Ankaralılar"a yakınlığı, röportaj-düzyazı arası bir şey olan tarzı, yazılarında o bitmek tükenmek bilmeyen üç noktalar, vesaire... Şimdi düşünüyorum da, aslında Donat'a az haksızlık etmemişim. Peki şimdi durduk yere bu sonuca nasıl mı vardım? Nasıl olacak, Donat'ın Sabah gazetesinin dünkü sayısında yer alan yazısını okuduktan sonra. Donat'a haksızlık etmişim, çünkü benim "Ankaralılar"a fazla yakın olduğu için eleştirdiğim gazeteciliği, aslında tam tersine çok da faydalı bir işmiş. Donat, dünkü yazısında, son günlerde bütün Türkiye'nin bir olup ağzına baktığı Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Tufan Algan'ı ziyaretinde konuşulanları aktarıyor. Ne yapıp etmiş, Türkiye'nin bütün kameraları YSK önündeyken, Başkan'dan bir mülakat koparmayı başarmış. Çok da iyi etmiş; gerçekten hayırlı bir iş yapmış. Bu sayede ülkenin YSK'nın başında oturan hukukçunun iç dünyasını daha iyi kavrıyoruz. Demokrasilerin "olmazsa olmaz"larının başında gelen hür seçimleri düzene koymakla görevli bir kurumun kimlerin elinde olduğunu daha iyi kavrıyoruz.

YSK Başkanı Algan'ın yaptığı açıklamalar Donat'ı da şaşırtmış olacak ki, yazısına başlık olarak "Bildiri gibi..." hiç de "masum" olmayan bir ifadeyi yerleştirmiş. Yalan değil, Algan'ın açıklamaları tam da bir "Bildiri" gibi... Bu kadar "giriş"ten sonra artık "Bildiri"nin analizine geçebiliriz:

Donat, "Tayyip Bey" meselesini soruyor: "Sonunda ne olacak?" Algan'ın cevabı: "Yavuz Bey... Recep Tayyip Erdoğan 1998'deki konuşmasını eğer bugün yapmış olsaydı... Yasaların bugün aldığı şekle göre, sözleri 'sıradan bir konuşma' olarak mı değerlendirilirdi?.. Yoksa.. 'Kamu düzenini bozmaya yönelik bir konuşma' olarak mı?.. Yüksek Seçim Kurulu olarak işte 'bu hususa' bakacağız."

Bana göre, Algan'ın cevabı çok şaşırtıcı, görülmemiş bir şey... Erdoğan'ı cezaevine yollayan fiil, 312'de yapılan değişiklikle (bu mesele artık herkesçe bilindiği için uzatmıyorum) suç olmaktan çıkmadı mı? Erdoğan'ın mahkûmiyetine yol açan "şiir"in bugün okunmasının artık suç teşkil etmediği bilinmiyor mu? Peki o zaman Algan'ın Erdoğan'ın konuşmasına ilişkin olarak "bugün olsaydı" diyerek yapacaklarını söylediği değerlendirme de neyin nesi? Böyle bir yetkiyi YSK'ya kim vermiş? Bir dava sonuçlanmış, mahkûm cezasını çekmiş, bu arada mahkûmiyete neden olan ceza yasası değişmiş, ama YSK hâlâ "bu hususa" da bakacak...

Donat, Algan'a Erbakan dosyasının durumunu da soruyor. YSK Başkanı'nın bu soruya cevabı da şöyle: "Evet ama bir şeye (312'nin dışında) daha bakacağız (...) Erbakan, eylem ve işlemleriyle 'bir siyasi partinin kapanmasına' sebep olmuş ve bu yüzden 'beş yıl yasak almış' bir siyasetçi... Bu hususu da değerlendireceğiz."

Bu cevap da şaşırtıcı. Erbakan'ın "bir siyasi partinin kapanmasına sebep olması" onun Konya'dan bağımsız aday olarak seçimlere katılmasına engel mi ki, "bu husus" da hatırlatılıyor.

Algan-Donat görüşmesi buradan sonra, bu fasıllardan sonra daha bir renkleniyor. YSK Başkanı, "yargının siyasallaşması" konusunda bir soruya cevap verirken bakın neler diyor: "Sayın Donat. Yargı siyasallaşmaz. Siyasal olduğun takdirde, bireysel bazı maddi, manevi menfaatler elde edebilirsin. Ama herşey bireysel menfaatlerden ibaret değildir. Yargıç olarak, 'ülkeyi zarara uğratıp, uğratmadığını' düşüneceksin. Ve 'birşeyi daha' düşüneceksin; Üçyüzbin insanımız, Çanakkale'de ne uğruna şehit oldu?" (!)

Görüyorsunuz, manzara tahmin ettiğimizden daha endişe verici. YSK Başkanı'nın kendisinden adayların hangi kriterlere göre değerlendirildiğini öğrenmek isteyen bir gazeteciye Çanakkale'de şehit düşen "üçyüzbin insanımız"ı hatırlatmasının nedenini siz anladınız mı? Çanakkale ile "yargının siyasallaşması" probleminin ne ilgisi var? "Çanakkale şehitleri" de nereden çıktı?

YSK Başkanı Algan bununla da yetinmiyor. Önlerine gelen dosyaları nasıl değerlendirdiklerini açıklamaya devam ediyor: "Ama önümüze dosya geldiği zaman, duygu ve düşüncelerimizle hareket edemeyiz. Gördüğümüz bir hukuk eğitimi var. Ayrıca sorumluluklarımız söz konusu. Türkiye'nin dünü, bugünü, yarını söz konusu. Eğer siyasallaşırsak (...) yarın çocuklarımızın yüzüne nasıl bakacağız? Torunlarımıza nasıl hesap vereceğiz? Bu ülke kolay kazanılmadı. Büyük Atatürk'ün sözleri kimsenin kulağından çıkmasın. Ordusuna 'ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum' demedi mi? O insanlar bu vatan için öldüler. 'Önce vatan' sözü kuru bir ifade değil, dağa, taşa kanla yazılmış bir temel ilkedir. (...) Yargı siyasallaşmaz. Yargı, önüne gelen dosyaya bakar. Hukuka bakar. Memleketinin menfaatlerine bakar. Çanakkale'ye bakar. 26 Ağustos'taki Büyük Taarruz'a bakar, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi'ne bakar..."

Söylediğim gibi Donat'a teşekkür borçluyuz. Bize YSK Başkanı'nın iç dünyasını bu derece açık bir şekilde aktardığı için teşekkür borçluyuz. Nasıl bir memlekette yaşıyormuşuz da haberimiz yokmuş! YSK Başkanı'nın şu sözlerine bakın... Atatürk'ü "Size ölmeyi emrediyorum" cümlesiyle hatırlayan bir yargıç... Önüne gelen dosyayı "dağa, taşa kanla kazınmış" "Önce vatan" ilkesinden (dikkat edin "Önce hukuk" değil) hareketle değerlendiren bir yargıç... Çanakkale, 26 Ağustos, 30 Ağustos'u hatırlayarak karar veren bir yargıç... Kendisine göre belirlediği "memleket menfaatleri" çizgisinde karar veren bir yargıç... Peki şimdi söyleyin bakalım: Bir demokraside bir yargıç böyle konuşabilir ve davranabilir mi? Sizin cevabınızı beklemeden ben cevaplayayım: Demokrasilerde yargıçların böyle sözler etmesi bir skandaldır... Türkiye'de "Yargı siyasallaşmaz"mış... Siz neden söz ediyorsunuz Allah aşkına? "Yargının siyasallaşması" denen sorun dünyanın her aklı başında ülkesinde ciddiyetle tartışılan ciddi bir sorun. Oysa Algan'ın açıklamalarından anlaşılıyor ki, Türkiye'nin sorunu bambaşka bir düzeydedir. YSK Başkanı'nın açıklamalarından açıkça anlaşıldığı gibi, Türkiye'nin sorunu herşeyden önce hukuk terimleriyle konuşmayı bilmeyen, önlerindeki dosyaları şehit ve kahramanlık destanlarıyla anlamaya çalışan ve "Size ölmeyi emrediyorum" gibi tamamen savaş kurallarına göre söylenmiş ama barış zamanında karşılaşıldığında insanın tüylerini diken diken eden bir sözü makamının arkasına çerçeveletip asan yargıçların varlığından kaynaklanan bir sorundur. Sizi bilmem ama ben kararımı çoktan verdim: Türkiye Cumhuriyeti, "laik ve sosyal" olmadığı gibi bir "hukuk devleti" de değildir...


21 Eylül 2002
Cumartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED