|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Seçime bugün dahil, topu topu 37 gün kaldı ve henüz seçimlerin yüzde yüz 3 Kasım tarihinde yapılabileceği netleşmedi. 3 Kasım 2002'de yapılma ihtimali, yapılmama ihtimalinden daha fazla ama yine de yüzde yüz bir kesinlik yok. Niçin? Çünkü 'senarist'liğini Mesut Yılmaz'ın, 'rejisör'lüğünü Hüsamettin Özkan'ın yaptığı 'seçimi erteletme' amaçlı 'Ankara kumpasları' berdevam. Mesut Yılmaz senaryolarında vazgeçilmez 'leitmotif' Avrupa Birliği ve bu bağlamda Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'ydi. Hüsamettin Özkan'ın sipahileri, buna şimdi 'Irak'a ilişkin gelişmeler'i de ekliyorlar. O kadar ki, el altında Bülent Ecevit'e, 'Irak'ta meydana gelecek gelişmeler esnasında, kendisinin Başbakan olması gerektiği' gerekçesiyle 'Bülent Ecevit başkanlığında MHP'siz azınlık hükümeti'ne destek vaadi mesajı dahi iletildi. 550 kişilik parlamentoda, 58 milletvekili olan bir partiye azınlık hükümeti önerisi yapılması, başlıbaşına, sistemin ne denli iflasa girdiğini ve ANAP-YTP ekseninin, DSP'nin yanıbaşına nasıl 'siyaset müflisleri' olarak eklendiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Ancak, ilginç olan, Irak konusundaki Washington'dan yola çıkan 'barut kokuları'nın nihayet Ankara'nın burnuna ulaşmaya başlamış olması. Türkiye, bitmez-tükenmez 'Ankara kumpasları'nda helak olurken; Amerika, adım adım Irak'a yönelik ve tüm Ortadoğu tarihinin yeniden yazılması boyutlarına varabilecek bir 'askeri harekat' doğrultusunda yol alıyor. Öyle olduğu için, Kuzey Irak'ta da bir hareketlenme ve 'geleceğe hazırlık' söz konusu. Bu çerçevede, Iraklı iki ana Kürt grubun liderleri Mesut Barzani ile Celal Talabani, 4 Ekim'de Erbil'de 'Kürt Parlamentosu'nu toplama kararlarına paralel olarak, 'Saddam sonrası Irak'ın yapısı ve 'anayasa taslağı' üzerinde de çalışıyorlar. Vardıkları uzlaşma, bir 'federal Irak' yapısı içinde 'merkezi Kerkük olacak' bir 'Kürt federe devleti' ve bunun nereden nereye kadar uzanacağı ve 'merkez ile federe birimler arasındaki yetki dağılımı' üzerinde. İlk tepki Bülent Ecevit'ten geldi. Başbakan Ecevit, söz konusu 'gelişme'yi 'kaygı ile' karşıladığını bildirerek, 'Kuzey Irak'taki gelişmeleri elimiz kolumuz bağlı seyredemeyiz' dedi. Bu ne demek? Bir iddiaya göre 'Milli Güvenlik Belgesi'nde, Irak'ta bir 'bağımsız Kürt devleti' Türkiye tarafından 'casus belli' yani 'savaş nedeni' sayılıyor. Bu yöndeki 'çok gizli' bir 'Başbakanlık direktifi' geçen yıl Türkiye'nin en yüksek tirajlı gazetesine sızdırılmıştı. Ancak, bu noktada ciddi ve önemli 'soru işaretleri' bulunuyor: 1. Uluslararası hukuk açısından, 'casus belli' kuralının Irak'ta bir Kürt devleti kurulması durumunda uygulanabilmesi kolay savunulacak ya da kabul ettirilebilecek bir husus değil. 'Casus belli', egemen ve meşru otoriteyi kendisine adres alır. Türkiye, 'casus belli' hükmünü, kime duyuruyor? Bağdat'a ise anlamı yok. Ayrıca, böyle bir oluşum, 'Amerikan şemsiyesi' altında olacaksa, bunun gerçekleşmesini sağlayacak güç, 'İncirlik'i kullanan' bir numaralı 'müttefikimiz'den başkası olmayacak. Amerika'ya mı, 'savaş ilan' edeceğiz? Irak'ta 'Kürt devleti oluşumu'nun üstü kapalı destekçisi İsrail ve Amerika'daki en ateşli İsrail yandaşları. Türkiye ile yakın ilişkileri bulunan da bunlar. Bir 'açmaz' hali. 2. Kaldı ki, ne Amerika ve ne de Iraklı Kürt gruplar, 'bağımsız Kürt devleti' kurulmayacağını ve 'Irak'ın toprak bütünlüğünün korunacağı'nı ısrarla vurguluyorlar. Bu durumda, bir 'federe Kürt devleti' de 'casus belli' konusu mudur? Yani, Türkiye, Saddam sonrası, bugünkü 'toprak bütünlüğü içinde' bir 'federal Irak'a karşı mıdır? 3. 4 Ekim günü, New York'ta BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides ile biraraya gelirken, Kıbrıs sorununun çözümü için Türkiye destekli 'konfederal' ya da 'federal çözüm' önerisi sunulacak. Bu durumda, Irak'ta 'federal yapı'ya karşı çıkmanın ne tutarlılığı olabilir? Aslında bu sorular ve bu sorulardan türeyecek bir dizi soru daha, Türkiye'nin 'nasıl bir Irak' ve 'nasıl bir Ortadoğu' görmek istediğine dair Amerika'yı da etkileyecek bir 'kapsamlı planı' ve politikası bulunmadığından kaynaklanıyor. Sadece 'negatif'ten yola çıkmak ve 'hayır, olmaz' demek politika olmuyor. Türkiye olarak ne istediğimizi bilmek ve ayrıntılı plana veya planlara sahip olmak zorundayız. En önemli zaaflardan biri, 'Türkmenler' konusunda kendisini gösteriyor. Türkiye'nin önde gelen diplomatlarından, şu sıra milletvekili adayı olan birisi, geçenlerde bana, 'Türkiye'nın Irak'ta çıkarları var. En azından 1 milyon dolayında soydaşımız yaşıyor' dedi. Kendisine, 'Kim onlar?' diye sordum; 'Türkmenler' diye cevapladı. 'Peki, milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız bulunduğuna göre, Irak Kürtleri soydaşlarımız sayılmıyor mu?' diye üsteledim. 'Tabii, onlar da' dedi ama dediği anda bunu hiç düşünmediği besbelliydi. Türkiye'nin 'devlet aklı'nda Irak Kürtleri, Türkiye'nin Irak'ın geleceğindeki 'kozları'ndan biri olarak algılanmadığı, tam tersine Türkiye'nin toprak bütünlüğü açısından bir 'potansiyel tehdit' olarak algılandığı için, Türkmenler de Kürtlere 'karşı koz' muamelesi görüyorlar ve Türkiye'nin Türkmenlere ilişkin neyi savunduğu da belli değil. Resmi açıklamalarda sürekli olarak 'Türkmenlerin hakları korunmalıdır' cümlesi işitiliyor. Nedir bu haklar? Tanımı yapılmıyor. Türkmeneli Partisi Onursal Başkanı ve Türkmen Şurası üyesi Rizay Sarıkahya, "Kerkük ve Musul Saddam'ın kontrolünde, Erbil ise Barzani'nin. Yani Türkmen bölgesi ikiye ayrılmış durumda. Yüzde 85'i Saddam'ın kontrolünde, yüzde 2 civarında Talabani'nin, yüzde 13 civarında Barzani'nin yönetimi altında" diyor. Bu bilgiler, Türkiye'nin 'Türkmen sorunu'nu, bir 'Saddam sonrası Irak'a ilişkin 'genel tasavvur'u, bir 'Irak planı' çerçevesinde ele alma zorunluluğunu ortaya koyuyor. Irak Milli Türkmen Partisi Onursal Başkanı ve Irak Ulusal Kongresi üyesi Mustafa Kemal Yayçılı ise gayet net biçimde Türkmenlere ilişkin Türkiye tutarsızlığını dile getiriyor: "Bizim Türkiye'den beklentilerimiz fazla. TBMM'de birçok parlamenter var... En azından üç dört parlamenteri ellerine çantalarını alıp, 'bu Kuzey Irak'ta Türkmenler ne yapıyor' demelerini bekledik. Hiç kimse gelip bizim derdimizi, sıkıntımızı dinlemedi. Bütün parlamento için bu geçerli. İkincisi özellikle hükümetin, meclisin Türkmen meselesi ile ilgili bir araştırması, irdelemesi, konuyu projelendirmesi gibi bir çalışması yok. Nedir bu Kuzey Irak'taki karışıklık, hiç kimseyi fazla ilgilendirmiyor. Bu konuda partilerimiz, hükümetlerimiz çok pasif kalmışlardır..." Manzara bu iken, Ecevit'in ya da hükümetin Irak'taki gelişmelere ilişkin tepkilerini ciddiye alabilir miyiz? Alamayız. Çünkü, böyle Irak politikası olmaz. Zaten, Irak politikası yok. Sadece tepkiler var.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |