T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sergi görgüsü/Saklı Hazineler/Alev Ebuziya

Bir haftadır basında Alev Ebuziya ve "Saklı Hazineler" ile ilgili yazılara rastlıyorum. Okuduğum yazılar bende yazıyı kaleme alanların sergiyi gezmediği gibi bir intıba bıraktı. Ya da yazanlar elbette İbrahim Paşa Sarayı'na gidip her iki sergiyi de gezmişti ama... Görmeden... Aşıkane bir yürüyüş ile...

Ben göreceklerimi gördüm.

Alev Ebuziya'nın "bu kadın 64 yaşında" diye takdim edilen röportajlarını seramik sanatçısı adına üzülerek okudum. Medyanın seramik sanatçısı için kullanabileceği bir dilinin olmaması, yapılan eserin estetik değerinden önce, onu yapan kişinin bedeninin estetik değeri üzerinde durulması son derece incitici. Eserin, sahibinden sonra gelmesi edebi kamunun varlığını yitirmesiyle yakından alakalı. Yazarlar, seramik sanatçıları için kullanılan dil, manken/dansöz için kullanılan dil ile aynı. Birinciler varoluşlarını eserleri üzerinden gerçekleştiriyor. İkinciler bedenleri. Medya eserleri dışarıda bırakarak kadınları tekbir paydada eşitliyor: "Genç ve güzel." Eser ile ebedileşmenin yeri beden ile kaybetmeye/kazanmaya dönüşüyor.

Oysa 14 Kasım 1958 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Ahmet Hamdi Tanpınar "Füreyya'nın Seramik Sergisi" adlı yazısında seramiği ateşin çocuğu olarak tanımladıktan sonra onun "bir yığın okşamadan" doğduğunu anlatır. Füreyya'nın Kız Teknik Öğretim Sergi Salonu'nda açtığı sergi dolayısıyla hislerini anlatan Tanpınar "Bu sevimli kadın ve iyi dost" dediği Füreyya'nın panolarındaki "mavi kuşlardan" kırmızılardan, sarılardan, beyazlardan aşk ile bahseder. Her bir parçanın kendisi üzerinde bıraktığı izlerden yola çıkan Tanpınar Füreyya'yı "Türk sanatının bütün bir köşesini dolduran büyük ve feyizli bir mevsim" olarak tanımlar.

44 yıl sonra sanat ancak magazinin bir parçası olabildiğinde kendine yer bulabiliyor medyada. Bakanlar ve görenlerin sayısı azaldıkça "gösterenlerin" ve gösterenlere meftun olanların sayısı artıyor hızla.

İbrahim Paşa Sarayı benim en sevdiğim mekanlardandır. Saklı Hazineler başlığı altında Abbasiler'den Osmanlı'ya sergilenen parçalar arasında dolaşırken birden "Saklı Hazineler" ile Alev Ebuziya'nın eserleri aynı salonda buluşuverdi. Duvarlarında yüzlerce yıldanberi renkleri solmadankalan dev halılar, camekanların içinde 17. yüzyıldan kalma yazmalar, değerli taşlarla süslü kemerler. Ortada büyükmasa. Masanın üzerinde Alev Ebuziya'nın seramikleri. Masaya 30-40 cm. uzaklıkta sarı emniyet çizgisi çekilmiş, seramiklere dokunmayı engellemek üzere. Sarı emniyet şeritleri neden ta 13. Yüzyıldan kalmış halılara, kilimlere uygulanmaz? Ziyaretçiler büyük bir aşk ile halılara, kilimlere dokunur dokunabildiği kadar...

Camekanların içine eğilmiş bakarken tam kemerlerin üzerindeki taşları, kemerin uzunluğundan onu takanın vücut hatlarını hayal etmeye çalışırken, yani 17. Yüzyıl dolaylarında eğleşirken, birden gözüme bir seramik çarptı. Altında "Güler Sabancı" koleksiyonu ibaresi. Evet evet yanlış okumadınız. "Saklı Hazineler"in içinde Güler Sabancı koleksiyonundan bir Alev Ebuziya parçası. Bu ne şimdi? Bu nasıl sergi anlayışı? Ev kadınları bile günlük parçalar ile misafire kullandıkları parçaları ayrı ayrı dolaplarda muhafaza ederken... Herkesten önce Alev Ebuziya'nın kendisi karşı çıkmalıydı bu konuma. Tarihi eserlerin arasında; günümüze ait olan, zaman karşısındaki sınavını henüz vermemiş olan bir eser nasıl yan yana durabilir?

Gerçekten ikna edilmek istiyorum!

Serginin düzenlenme biçiminin; tarihi eserlerle, çağdaş eserlerin aynı vitrin içinde sergilenmesinin, sergi görgüsüne uygun olduğu konusunda ikna edilmek istiyorum.


27 Eylül 2002
Cuma
 
FATMA K. BARBAROSOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED