T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Çizakça Hoca'nın mektubu (1)

Değerli aydın ve ilim adamı Prof. Dr. Murat Çizakça, bir röportajına tenkit ve katkılar içeren yazılarıma cevap olmak üzere Yeni Şafak'a bir mektup göndermişler. Gazetenin diğer sayfaları yayıma müsait olmadığı için ben, mektubu –sütunuma sığsın diye giriş ve kaynakça kısmını atarak– burada yayımlıyorum. Gelecek yazımda da bazı düşüncelerimi yazacağım. Sayın Çizakça girişte, olgunluk göstererek yazıma teşekkür ediyor ve arkasından şunları kaydediyor:

İslam ve Demokrasi (1)

Önce şu sözlerinizi ele alalım. "Çizakça Hoca'nın ılımlı ve radikal İslam tanımlamaları, bu terimlerin mâna ve mahiyetlerini tam olarak yansıtmıyor. Radikal İslam tanımında iki unsur var: a) Şeriatın en doğru, en yüksek hukuk sistemi olduğuna inanmak, b) Bir kere iktidara geldiğinde asla gitmemeyi düşünmek. Bu iki unsurdan birincisi hem radikal hem de ılımlı İslam'da vardır, olmalıdır; bu inanç olmadan İslam olmaz." Sayın Karaman, bu konuda dikkatinizi Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinden Ali Çarkoğlu ve Binnaz Toprak tarafından yapılan bir araştırmaya çekmek isterim. (Türkiye'de Din Toplum ve Siyaset, TESEV, 2000). Türkiye genelinde toplam 3053 kişiyle yapılan bu ankete1 katılanların % 96,9'u Müslüman olduklarını ileri sürmüşlerdir. Oysa, evliliğin İslam Hukuku'na göre yeniden düzenlenip bir erkeğin dört kadınla evlenebilmesi, boşanmanın Şer'i hükümlerine göre yeniden düzenlenmesi, keza miras hukukunda da benzer değişikliklerin yapılması konularında bu Müslümanlar'ın % 78-85'i olumsuz görüş belirtmiş, sadece % 10-14 arasında değişen küçük bir oran Şer'i düzenlemelerin yeniden getirilmesi yönünde olumlu görüş belirtmişlerdir. Kısacası, eğer sizin dediğiniz gibi, "Şeriatın en doğru, en yüksek hukuk sistemi olduğuna inanmak olmadan İslam olmazsa" ülkemizdeki Müslümanlar'ın % 78-85'ini İslamiyet'ten atmak gerekir! Dinimizde de, elhamdülillah, afaroz müessesesi olmadığından bu mümkün değildir. İşte ben, biraz da, bu istatistikleri göz önüne alarak, radikal ve ılımlı Müslüman tanımlarını yaptım. Belki de bu tartışma çerçevesinde radikal/ılımlı tanımlamasına bir diğer boyutu da getirebiliriz: radikal Müslümanları Şeriat'ın en doğru, en yüksek hukuk sistemi olduğuna inananlar ve onun tüm hükümlerini aynen, kayıtsız şartsız uygulamak isteyenler; ılımlı Müslümanları ise, kalben Müslüman olmakla birlikte, Şeriat'ın bazı hükümlerini uygulamak istemiyenler olarak ifade edebiliriz. Ve anket sonucuna göre, ılımlıların ezici bir çoğunluğu oluşturduklarını da kabul etmemiz gerekir.

Ayrıca, "Şeriata dayalı yönetimin değişmesi ve yerine laik bir yönetimin gelmesi söz konusu olduğunda her doğru İslam anlayışı buna karşı çıkar. Müslümanlar'ın, gücü yeterse, toplumu İslam'ın kurallarına göre yönetmek isterler" demişsiniz. Yukarıda değinmiş olduğum araştırma bu görüşlerinizi de çürütüyor, sayın Karaman.

Ancak anlaştığımız noktalar da var. "Bana göre AKP, liberal İslamcıların değil, daha ziyade dindar Müslümanlar'ın partisi gibi gözüküyor. Liberal İslamcı olsalardı amaçlarını ve programları, içtihad yoluyla İslam'a uydurmaları, İslamî olduğunu açıklamaları, iddia ve ispat etmeleri gerekirdi" sözlerinize katılıyorum.

İçki yasağı meselesine gelince, devletin bu işe müdahale ederek içkiyi yasaklamasının İslamiyete aykırı olduğu görüşüm, sizin de hazırlayanları arasında bulunduğunuz, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmış bulunan Kur'an-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli'nde yer alan Fâtir suresinin 18. ayetinden kaynaklanmaktadır. Bu ayetde, belki de sizin kendi tercümenizle, aynen şöyle denmektedir: "Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez. Yükü (günahı) ağır gelen kimse onu taşımak için başkasını çağırsa, bu çağırdığı akrabası da olsa, onun yükünden bir şey yüklenmez... Kim temizlenirse o, kendi menfaatine temizlenmiş olur..." Kur'an'nın, meâlde de belirtildiği üzere, burada vermekte olduğu mesaj günahın ve sorumluluğun kişiselliğidir. Burada ayrıca, sanırım, Hıristiyanlığa da gizli bir eleştiri vardır. Bilindiği gibi, Hıristiyanlar İsa Peygamber'in günahlarını affettirebileceğine inanırlar. Oysa, Fâtir suresi günahın kişiselliğini, hiç bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde, ortaya koymaktadır. Buradan bir adım ileriye gidersek, madem ki İslamiyet'de içki içmek günahtır, Fâtir suresine göre bu günah kişisel olmalıdır. Devletin uygulayacağı bir içki yasağı, kanımca, günahın devlet tarafından taşınmasına benzer. Zira, içkinin zaten bulunmadığı bir ortamda günah da işlenemez. Oysa her halde makbul olanı, içkinin mevcut olmasına rağmen, Allah korkusuyla, içilmemesidir. Bu tıpkı Ramazan'daki duruma benzer. Nasıl her türlü yiyeceğin mevcudiyetine rağmen Ramazan ayında bir Müslüman oruç tutabiliyorsa, bu bir irade meselesiyse, içkinin mevcudiyetine rağmen içki yasağına uymak da bir irade meselesidir, makbul olan da budur. Devletin koyacağı içki yasağı, bu nedenle, işleri karıştırmakta ve dolayısıyla, kanımca, İslama aykırı düşmektedir.

Peygamberimizin sarhoş olarak toplum içine çıkanları cezalandırması meselesine gelince, bu bir sünnetdir. Oysa, sizin İslam ve Demokrasi (3) yazınızda, çok haklı olarak belirttiğiniz gibi, "sünnet Kur'an'a aykırı olamaz." Eğer yukarıdaki yorumum doğruysa, bu sünnetin gerçekliğinden şüphe etmemiz gerekir. (Devamı yarın)

Dipnotlar: 1 3053 kişilik örneklem büyüklüğü % 99 güvenilirlik düzeyinde +-%2.3 hata payı taşır.


27 Eylül 2002
Cuma
 
HAYRETTİN KARAMAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED