T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Brezilya maçına dair...

Türkiye'de hayat, dün öğle vakti saat 12:00'de, birdenbire durdu. Sokaklar boşaldı. Görüntü, adeta bir dönemlerin 10 Kasım'larındaki saat dokuzu beş geçeleri andırıyordu. Ama, bu kez, geçmişe dönük bir saygılı anmadan ziyade, geleceğe umut bilemek amacıyla coşkulu bir sevinç için...

Türkiye, 48 yıldır ilk kez katılabildiği Dünya Kupası'nda ilk maçını oynayacaktı. Hem de, Dünya Kupası'nı dört kez kazanmış tek takım olan, son Dünya Kupası'nın finalisti, bir 'futbol süpergücü' olan Brezilya'yla...

Uzun yıllar boyu, futbolun büyük firmaları önünde az gollü yenilgileri 'şerefli mağlubiyetler' addetmeye alıştırılmış bir ulusun, Brezilya gibi bir 'futbol süpergücü' karşısında 'umutlu bir bekleyiş'e girmiş olması bile, bir yönüyle, Türkiye'nin nereden nereye geldiğinin bir göstergesiydi.

Milli takım, ilk devreyi son dakika atılan fevkalade bir golden sonra, 1-0 önde kapayınca, bu 'umutlu bekleyiş'in, bize özgü gerçeklerden uzaklaşmanın ve bir ham hayalin sonucu olmadığı da belli olmuştu. İkinci devrenin hemen başlarında yenilen beraberlik golü, kaygıları arttırdıysa da, umutları silememişti. Ama, maçın bitimine topu topu üç dakika kalan ve 'penaltı olmayan' ama Güney Koreli hakemin 'haksız penaltı kararı' vermesi sonucu yenilen o mağlubiyet golü, 2-1'lik sonuç, anlatması güç bir burukluk duygusunu tüm ülke çapında yaydı.

İçeride 'işlerin yolunda gitmemesi'nin sonucu olan 'umutsuzluk', Dünya Kupası'nda Brezilya karşısında alınacak iyi bir sonuç sayesinde yerini 'umutun egemenliği'ne bırakma ihtiyacındaydı. Türkiye'nin tümünün dikkatleri, bu yüzden, içerden dışarıya; Güney Kore'ye yönelmişti.

İşte, 'futbolun asla sadece futbol olmadığı'nın bir başka kanıtı daha.

Olmadı. Niye olmadı?

Tıpkı Türkiye'nin 'içindeki durum'a benzer 'a-la-Turca' nedenlerden ötürü olmadı. 'Dış neden' yani Brezilya'nın üstün nitelikli oyunculardan kurulu, bu gibi turnuvalar açısından, bunları dört kez kazanmış, iki kez final oynamış bulunmasından ötürü gayet deneyimli olması, 'belirleyici neden' değildi. Asıl neden, 'içerde' idi.

Başta, tıpkı ülkenin 'yetersiz yönetici sınıfı'nın elinde 'iyi yönetilmemesi'ni hatırlatırcasına, milli takımın başı yani Teknik Direktör Şenol Güneş'in 'yetersizliği' bu ilk sınavda kendisini belli etti. Şenol Güneş'e yönelik bunca zamandır yöneltilen eleştirilere bu sütunda bugüne dek destek vermemiştik. Eleştiriler, yersiz ve yanlış olduğu için değil; 'dere geçilirken at değiştirilmeyeceği'ni gözönüne aldığımız ve Türkiye'de pek geçerli olan 'moral faktörü'nü gözeterek 'bozguncu' bir görüntü vermekten kaçındığımız için.

Şenol Güneş'le ilgili sorun şu: Türkiye'de şampiyonluk iddiası taşıyan hiçbir takımın başına getirmeyi düşünmediği bir teknik adama, milli takımın emanet edilerek, büyük başarı beklenmesi çelişkili. Şenol Güneş'in Türkiye'de çalıştırdığı takımlardan Trabzonspor, 1996 yılında şampiyonluğu, onun yönetim yanlışı sonucunda, Fenerbahçe karşısında Trabzon'da son dakikalarda kaybetmişti. Yani, 'teknik adamlık kariyeri' öylesine göz kamaştırıcı sayılmıyor.

Milli takım ve Dünya Kupası, farklı bir yapı ve atmosfer. Ne var ki, Şenol Güneş, dünkü maçta takımın kaledeki Rüştü Reçber dışındaki en iyi ve en etkili oyuncusu Yıldıray Baştürk'ü oyundan alarak, mağlubiyete katkıda bulunan ve asla bir Dünya Kupası sınavında yapılmaması gereken bir hatayı yaptı. Yıldıray Baştürk, bugüne dek bir Avrupa kupa finalinde (Real Madrid karşısında Bayer Leverkusen'de) yer almış olan tek Türk futbolcusu ve bu kupada parlayacak yıldızlar arasında dünya spor otoriteleri tarafından gösteriliyordu. Gerçekten de, oyunun kaderini her an değiştirecek çapta ve yetenekte olduğunu dün de sergiledi. Brezilya'nın usta ve yüksek teknikteki oyuncularını en fazla rahatsız eden oyuncumuzdu ve ilk devre sonunda Hasan Şaş'ın attığı goldeki o 'gol pası'nı verebilecek tek oyuncumuzdu.

Oyunun kaderini değiştirebilecek nitelikteki ve üstelik gayet de etkili ve iyi oynayan bir oyuncuyu sahadan alarak, vahim 'tercih hataları' yaparsanız 'makus talih'inizi kendi elinizle yaratmış ve 'kaderinize razı olmayı' baştan kabullenmiş olursunuz. Olan da bu oldu.

Şenol Güneş'i kötü bir teknik adam olarak nitelemek haksızlık olabilir; ancak, 'büyük hedefler'e kilitlenmiş, 'büyük düşünen' bir teknik adam olmadığı da su götürmez. Oysa, Türkiye gibi, Türk milli takımının kapasitesi de, 'büyük düşünenler'in yönetiminde en verimli sonuçları verebilecek özellikler taşıyor.

Bu arada, Dünya Kupası'nın başladığı günden beri ilk kez bir takımın iki oyuncusunun kırmızı kartla oyun dışı kalması da bizim milli takımımıza nasip oldu ki, bu tıpkı 'iç yapımız'daki savrukluk gibi, milli takım oyuncularımızın da 'oto-kontrol'den yoksunluğunu gösterdi. Oyunun son saniyesinde sahadan ikinci sarı kartı kendisine göstertecek ve oyunla hiç ilgisi olmayan gereksiz bir hareket yapan oyuncunun, bu sezon Nou Camp Stadı'nda yine son saniyede ve yine oyun dışı gereksiz bir hareketle kırmızı kart görmüş olan Hakan Ünsal olması acaba bir raslantıdan mı ibarettir?

Ya, en tehlikeli noktalardan üç serbest vuruşu, bir kez bile doğru dürüst kullanamadan, kaleye bile gönderemeden ortaya konulan acemiliğe ne demeli?

Bizim milli takım, tıpkı 'iç yapımız'da olduğu gibi mücadeleci, hırslı, yetenekli bireylerden oluşuyor ve tıpkı 'iç yapımız'ı andırırcasına 'oturmamış' bir durumda ve 'yönetim'i yetersiz ve 'vizyonsuz'...

Gelelim 'dış faktör'e; bu örnekteki Brezilya'ya... Hiçbirşey, yalnızca tek ve özellikle 'iç neden'e bağlı olarak anlaşılmaz. 'Dış faktör'ü, Brezilya'yı, doğru ve yerli yerinde değerlendirmek, 'gerçeklerden kopmamız'ı önler. Zira yediğimiz golleri, sadece, kendi hatalarımızdan ötürü yediğimiz sonucuna varırsak; sanki galibiyeti hakeden çok iyi bir oyun oynadığımız ve bir-iki basit hatayla mağlup olduğumuz gibi bir 'aldanma'ya kapılabiliriz.

Oysa, gerçek bu değil. Rüştü Reçber, niçin takımın –Yıldıray Baştürk'le birlikte– en iyi oyuncusu gözüküyordu? Çünkü, en az 5-6 mutlak golü önlediği için. Bu ne demek? Brezilya, en az 5-6 mutlak gol pozisyonu üretmiş demek. Peki, Brezilya kalesinde bizim yarattığımız tehlike adedi ne kadar? Brezilya kalecisi Marcos, kaç mutlak gol pozisyonu önledi? Birden fazla değil. Kalesinde doğru dürüst tehlike yaşamadı. Yani, Türk milli takımı, Brezilya gibi bir 'futbol süpergücü' karşısında çok iyi mücadele etmesine, oyunu kazanabilir ya da en azından berabere kalabilir görüntüsü verecek kadar iyi bir takım olmasına rağmen, galibiyeti Brezilya'dan daha ziyade hakeden taraf sayılmazdı.

Rivaldo'nun o ortasında, Ronaldo'ya o gol pozisyonunu vermemeliydik diyenler çıkabilir. Ama, Rivaldo ve Ronaldo, bu işleri böylesine becerdikleri için Rivaldo ve Ronaldo...

Milli takımımız, aslında bizim 'ayna'mız. Gözümüzü bundan sonraki Kosta Rika ve Çin maçlarına dikelim. 'Umut'a devam edelim...


4 Haziran 2002
Salı
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED