|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Doğan Büyük Türkçe Sözlük, "düzey"i "uydurma" saydığından tanımlamak gereğini bile duymuyor ve okuyucusunu "seviye"ye gönderiyor. Aynı durum "uzay" için de geçerli; "feza"ya bakınız. "Yatay, yapay, dikey, düşey, eşey, birey, yüzey" sözcükleri de aynı "uydurma" damgasını yemekten kurtulamamışlar. Nasıl olmuşsa "olay" sözcüğünün başına "uydurma" sıfatı konmamış. Bu durumun iki nedeni olabilir: Birinci ve güçlü olasılık, bu sözcüğün başına "uydurma" açıklaması komayı unutmuş olmaktır. Bu durumda sözlüğün yeni basımlarında bu eksiklik giderilecek ve köşeli parantez içinde [i.uyd.] eklenecektir. İkinci ve daha zayıf olasılık ise, olay sözcüğünün "uydurma" sayılmamasıdır. Yukarıdaki sözcükleri ve benzerlerini "uydurma" sayanlar, "-ey, -ay" ekinin dilimizde yalnızca "gün-ey" ve "kuz-ay=kuz-ey" gibi yön bildiren sözcüklerde ve addan ad türetmek üzere kullanılmış olduğunu; bu ekin ad kökü, eylem kökü ayrımı yapmaksızın ve kimi zaman ad (birey), kimi zaman sıfat (yapay) türetmekte kullanılmasının doğru olmayacağını düşünüyor olmalılar. Hayatımızın akışı, uydurma sayılan bu sözcüklerin çoğunun "galat-ı meşhur" sayılarak benimseneceğini gösteriyor. Belki de D.Mehmet Doğan Bey'in "olay"ın uydurma olduğunu belirtmeyi unutuşunda bu benimsemenin de –gizli açık- bir etkisi vardır. 1986 yılında yayımlanan Temel Türkçe Sözlük'te "olay"ın başına "i. yanl." (isim, yanlış) ibaresi konmuş, fakat nedense "olaylı, olaysız" sıfatlarının "yanlış" olduğu belirtilmemiştir. Oysa yanlış temel üzerine doğru yapının yükselmeyeceği bellidir. Düzey'in kökünde "düz-" eyleminin mi, "düz" sıfatının mı bulunduğunu seçebilir miyiz? Bu hiç de kolay değil. Aa, kolay'ın kol-ay olduğu düşünülebilir mi? Kolay dediğimiz işler "kol eriminde", "kolumuzu uzatmakla yapabileceğimiz" işler midir? Eğer öyleyse, düzey'in düz- eylem kökünden değil, düz ad kökünden türediğini düşünebiliriz. Düz, kimilerimiz için sıradan, bayağı, alışıldık anlamlarına geliyor olsa da, aslında doğruluk, sağlamlık, dürüstlük anlamlarını da içerir. Bozulan işlerimizin düz-elmesini isteriz; inişli çıkışlı, engebeli yerleri kullanışlı duruma getirmek için önce düz-lememiz, düz-le-t-memiz ya da düz-el-t-memiz, düz-el-t-tir-memiz gerekir. Fakat eğriliğin, engebenin, kavisin de kendince bir güzelliği olmalı ki, düzlüğü ararken "dümdüz"e rastlamaktan pek de hoşlanmayız. Bir şeyin, bir yerin, bir kimsenin "dümdüz olması / edilmesi", o şeyin, o yerin, o kimsenin kendine özgü ayırıcı niteliklerinin yok edilmesi anlamına gelir ve içimizi sızlatır. Bir berberin makası saçları, bir terzinin makası ve ütüsü, kumaşı düzeltmeye çalışır da; ağır iş makineleri, buldozerler, tanklar hiçbir şeyi düzeltemezler, her şeyi dümdüz ederler. İnsanların da, toplumların da içine doğdukları ve emekleriyle edindikleri bir düzeyleri vardır. Hangi alanda, hangi düzeyde olduğumuzu belirlemek, o düzeyi korumak ve yükseltmek, dikkat ve emek ister. En aşağı düzey bile, düzeysizlikten iyidir. Gerçi biz, düzeysizlik kavramını, çoğu kez mecaz anlamıyla "alt düzey" anlamında kullanırız ama düzeysizlik, gerçek anlamıyla herhangi bir düzey kaygısı taşımamak, ölçüsüzlük boşluğuna düşmek demektir. Not: Bu yazıyı romancı Orhan Pamuk'un National Geographic dergisinin Mayıs sayısında çıkan bir yazısında parantez içinde yer alan bir cümleciği bahane eden Murat Bardakçı'nın 26 Mayıs 2002 tarihli Hürriyet'te ona insafsızca saldırdığını, 2 Haziran'da bu düzeysiz saldırıyı sürdürdüğünü gördüğüm için yazdım. Bardakçı'nın Orhan Pamuk'u değil, ülkemizdeki okuma-yazma seviyesini dümdüz ettiğini görmek, beni çok hüzünlendirdi. Yazık! (Gerekmez ama yine de belirteyim: Orhan Pamuk sevdiğim bir romancı değildir.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |