T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Dönmek' ve/veya 'Dönüş' (II)

İpi koptuğu yerden bağlayabilmeli; düştüğümüz yerden kalkabilmeliyiz. Hatırlayalım bakalım biz nerede düşmüştük?

Şurada:

— Sözün özü: 'buradan' dönmeyebiliriz, 'oraya' da dönmeyebiliriz ve fakat hiç değilse 'burada' dönebilir, dönüş'ü 'buradalığı' içinde kavrayabiliriz.

'Dönme' eylemini geçici olarak da olsa herhangibir yöne veya herhangibir yönden bağımsız kendi içinde bir 'dönüş' olarak adlandırmayı denediğimizde, dönüş'ü mekândan tecrid etmiş olmuyoruz; yani böylelikle bir yere ve/veya bir yerden dönmesek bile, bir yerde dönmek zorunda kalıyoruz, dönüş'ü, dönüşümüzü bir yer'e izafetle tanımlamaya, anlamaya, anlamlandırmaya bizi mecbur eden, eylemi nesneleriyle birlikte düşünmek zaafına düçar olmamız değil, bilâkis bu, eylemin kendisinde, 'dönüş' eyleminin doğasında mevcut. "Buradalık" eyleme dışarıdan katılan basit bir nesne (objekt) değil, eylemin içinde eylem varoldukça varolacak bir hassa: yani 'dönmek' ve/veya 'dönüş' sözkonusu oldukda, 'buradalık' eyleme dışarıdan ilişen genel a'razlardan biri değil, sadece eyleme mahsûs özel bir a'raz.

Bir cismin dönüşünden söz edersek, yer'i o cismin üzerinde hareket edebileceği bir mekân olarak adlandırabilir miyiz? Hani o bildik 'satıh' anlamındaki yer ve mekân?! Elbette hayır! Bir yerde olmak, bir cismin bir yerde olmasından ziyade özne'nin (dönüş'ü gerçekleştirenin) bir yer kaplaması demek. Bir tahayyüzle mütehayyiz olması demek. Burada "bir yerde dönmek" ile kastedilen sınırlı, boyutlu bir mekanda yerleşmek, bir mekâna yerleşmek olabilir mi? Sözgelimi topaçın dönüşü nereden, nereye ve dahî nerede? Topaçın dönüşü, kendisinde bir dönüş olarak bir yerden bir yere, daha doğrusu aynı yerden aynı yere. Aynı yerden yine aynı yere döndüğünde topaç hangi yöne doğru hareket etmiş oluyor? Dahası hızını aldıktan sonra dönmüş mü oluyor? Evet, dönüyor ama dönüşü görünmez oluyor. Topaçın kendi etrafındaki dönüşüyle mekâna temasıyla birlikteki hareketi karşılaştırıldığında, ancak o zaman o bir yerden bir yere hareket ediyor. Topaç yere temas ettiği sürece aynı yere temas etmiyor, edemiyor. Topaçın mekâna nisbetle hareketi -işte o bilindik mânâda- mekândaki hareketidir. O yere değdikçe, dokundukça, yerle temasa geçtikçe bir yerden başka bir yere intikal ediyor. Bu durumda topaç'ın dönebilmek için yere değmesi mi gerekiyor? Dönüşü hep mekânı mı gerektiriyor? (Oysa topaç yere değmeden dönmeye başlamıştı.) Binaenaleyh yer onun hareketini mümkün kılan bir imkân olmaktan çıkıp, onu dönüşünü zorlaştıran, ona süründükçe, sürtündükçe onun hareketini azaltan, onu dönen olmaktan çıkarıp yönelen, intikal eden bir mânia haline dönüşmüş olmuyor mu?

'Dönüş' bir yere bağımlı, bir yerde... bir yere doğru ya da bir yerden değil, bir yerde... Dönüş, kendi içine yöneldiğinde, onun bu hareketi tabiatıyla bir 'kımıldanma' sayılmaz; dönüş, kendi içine 'yönelme'... kendi içine doğru 'kıvrılma'... Bu haliyle 'dönüş' başka birşey değil, kelimenin tam anlamıyla o bir 'kıvranma'. Dönüşün yönü ileriye doğru değil ki kalkıp biz ona 'ilerleme' diyelim; geriye doğru olsaydı 'gerileme' derdik zaten; sağa-sola doğru bir gidiş-gelişten hiç sözetmedik şimdiye değin; böylelikle daha en baştan 'sallanma'yla alâkamızı kesmiş olduk.

Dönmek bir eylem... bir hareket... Dönmeyi bizzat dönme olarak açıklamamış, açık kılamamış idik; ancak onu nesnelerinden tecrid etmeyi başarmıştık. Bu nedenle dönmek "bir yerde dönmek"... o bir 'hareket' ve fakat bir yerde kımıldama, ilerleme, gerileme, sallanma olarak adlandırılamayacak bir hareket.

O halde tam da burada niçin 'yer' sözcüğünü 'nokta' sözcüğüyle değiştirmiyoruz? Kımıldamıyor, ilerlemiyor, gerilemiyor, sallanmıyor ama dönüş, biteviye dönüyor. Adını nev'inden değil, faslından alıyor. Evet, o, bir noktada dönüyor; yer ile temasını kestikçe 'yükselen', yere temas ettikçe, yere dokunup ona değdikçe derinleşen bir dönüş... bir çevrim... bir kıvranış... O, noktada... noktanın içinde... noktanın sınırlarında... noktanın sınırlarını aşamayan bir dönüş... bir kıvrılış... bir kıvranış... noktanın içinde eriyiş... noktanın dibine çöküş... ağırlaşan, zahirine bakıldıkda duruyormuş gibi görünen bir duruş... o bir tekrar... o bir tekerrür... duruş halinde bir yinelenme... dururken yenilenme...

İmdi, lütfet de söyle bana a dostum, nicedir içinde kıvrandığımız bu nokta_nın bizâtihi kendisi niçin kıvranmıyormuş gibi duruyor?!?


9 Haziran 2002
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED