T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Neyi savunuyoruz?

İnsanların dînî ya da siyasî simgeler taşımalarını engellemek ahlâk dışıdır. Hem ülkenin tüm sıkıntı ve yüklerini beraber taşıyacağız, hem de yorum yapma hakkımız sınırlandırılacak. Buna demokrasi değil, demon-krasi demek daha yerinde olur.

Gençlerle başörtüsü üzerine konuşuyoruz. "İslam'da baş örtmenin mutlaka gerekli olup olmadığını" soruyorlar. Cevabım basit: Bilmiyorum. Daha doğrusu, örtünmenin daha Müslümanca olduğunu düşünmekle beraber, ayet ve hadislerden (ayrıca onbeş asırlık İslam kültüründen) hareketle, baş örtmenin mutlaka gerekmediğini iddia edenlerin hata ettiklerini ileri sürmüyorum. Delilleri sağlamsa, birer sevaba hak bile kazanabilirler. Ben başörtüsünü değil, baş örtme hakkını savunuyorum. Bir Müslüman kutsal kitabını okuyup, bundan örtünme zorunluluğunu çıkarıyorsa, kimsenin onun namına aksini savunma, onun "dinini yorumladığı gibi yaşamasına" müdahale etme hakkı olamaz.

Başını örten insanları eleştirenlerin başlıca iki çıkmazı var. Birincisi, bunların çoğu dine uygun yaşama kaygısına sahip değil. Kendi yaşa(ya)madıklarını, başkaları yaşasın istemiyorlar. İkinci ve daha önemlisi, "başörtüsü siyasi bir simgedir" bahanesine sığınıyorlar. Ben bu hakkı da savunuyorum. Siyasi rejimin adı ne olursa olsun, insanların ister dînî, ister siyasî simgeler taşımalarını engellemek ahlâk dışıdır. Hem ülkenin tüm sıkıntı ve yüklerini beraber taşıyacağız, hem din veya siyasette yorum ve yaşama alanımız sınırlanacak! Buna demokrasi değil, demon-krasi demek daha yerinde olur. (Demon'un şeytan demeye geldiğini hatırlatmaya gerek var mı?)

Tabii, ortada açıklanmaya muhtaç bir durum var: Aynı mahallede doğup büyüdüğümüz, aynı okullarda okuduğumuz insanlar, özellikle de bunların 'aydın' olanları, niçin dinimizi doğru dürüst yaşamamıza bu denli karışmak istiyorlar? "Türkiye, İran gibi olur," cinsinden ucuz açıklamalar, ancak medyatik kafaları tatmin edebilir. Daha esaslı, sosyolojik bir izaha muhtacız.

Halksız halkçıların resmi

İkiye bölünen hayat en büyük yarayı aydınların zihinlerinde açtı. Kendilerini "başkası" gibi olmaya şartlandıran aydınlar, ülke insanını da o yönde "eğitme" misyonunu üstlendiler. Halk ile çatışmayı bile göze almış birer kahraman olarak gördüler kendilerini. Fakat özendikleri Avrupa aydınlarının aslında kendi halklarıyla hiç te çatışma içinde olmadıklarını anladıklarında keyifleri kaçtı. Soyut bir "halkçılık" duygusu geliştirme mecburiyetinde kaldılar. Tıpkı ondokuzuncu yüzyılın Batıcı Rus aydınları gibi. Dostoyevski, bu halksız halkçıları ne güzel resmediyordu:

"Bunlar hiçbir zaman sevmemişlerdir halkı, onun için acı çekmediler, bir şeylerini de vermediler ona. Bir eğlence olarak yapıyorlardı bunu! Ne Rusya'yı ne de halkı sevdiler! Kişioğlu bilmediği bir şeyi sevemez, onların da Rus halkından haberleri yoktu. Onların tümü, siz de beraber olmak üzere, Rus halkına göz ucuyla bakıyordunuz. Halkımıza göz ucuyla bakmanızdan başka, aşırı bir hafifseme, iğrenme ile ilgileniyordunuz onunla. Bunun tek nedeni, halk deyince aklınıza yalnızca Fransız halkının, hem de ancak Paris'te yaşayanının gelmesi, Rus halkının öyle olmamasından sıkılmanızdı. Gerçektir bu! Halkı olmayanın Tanrısı da yoktur oysa! Şuna kesinlikle inanın ki, halkını anlayamayan, onunla bağlarını koparan insan bunu yaptığı ölçüde yurduna inancını yitirir, ya dinsiz olur ya da duygusuz bir odun! İşte bunun için siz de, biz de ya can sıkıcı birer dinsiz, ya da duygusuz birer odundan başka birşey değiliz şimdi."

Ezan Türkçe okunmalı, ibadet dili Türkçe olmalı, Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetleri değiştirilmeli (yahut çağdaşlaştırılmalı?) tarzındaki tartışmalar bana bunları hatırlattı. Kulağı minarede olmayan, eline kutsal kitabı alma niyetini bugüne kadar hiç taşımayan, halkla beraber bir tek vakit namazı kılmamış olanlar, halkın dinine niçin bu denli karışmak isterler?

Kendi hayat ve zihinleri bölünmüş olduğundan! Halkın sıhhatini açıkça kıskanıyorlar. Zaten bunca baskıya rağmen halkı ayakta tutan da bu sıhhat, bu zihnî bütünlük değil midir? Memleketin halini "bir müstemleke şehrinin garip manzarasından" kurtarmak istiyorsak, halktaki bu sıhhate imrenmeli ve kendi kafa karışıklığımızı nasıl şifaya kavuşturabileceğimizin yollarını aramalıyız

Doğu ya da Batı tercihi

Mümkün bir izahı, bundan yarım yüzyıl kadar önce Ahmet Hamdi Tanpınar yapmıştı. Batı medeniyetinin etkisi, Batı dışı toplumların hayatını ikiye böldü. Münevver tabaka, eski ile yeni ("Doğu" ile "Batı") arasında nasıl bir tercih yapılabileceğini bir türlü kestiremedi. Eskinin üstüne sünger çekmek imkânsız, yeniyi bütünüyle benimsemek tehlikeli, ikisini birarada götürmek maliyetliydi. İşte Tanpınar'ın gözüyle Tanzimatçıların tercihi: "Garpçılık, 1839'da devlet müesseselerimizi ve bazı hayat şekillerimizi değiştirmekle kalmadı, bizi âdeta kulağımızdan tutarak şeyhülislâm duası ve ecnebi sefir alkışıyla Avrupa mektebine çıraklığa verdi. Hareket, kendisinden evvel esaslı bir fikir hazırlığı bulunsaydı, yahut 1718 ile 1839 arasındaki zaman kaybedilmemiş olsaydı, elbette başka türlü olurdu. Fakat yıkılmış medrese, darmadağın olmuş iktisadî hayat, kapılarını açmış gümrük ve muhafazası güçleşmiş hudutlar, daha derin düşünmeye vakit bırakmıyordu. Diğer taraftan, kaybedilen zaman içinde mevcut müesseseler herhangi bir aşıyı kabul etmeyecek bir tereddi haline gelmişlerdi. Kendi bünyelerinde hiçbir istihale veya sıçrayış imkânları kalmamıştı. İki şey yapılabilirdi: Ya eski tamamiyle yıkılarak yerine yenisi kurulurdu, yahut da olduğu gibi, kendi kendine tükenmesi için bırakılan eskinin yanı başında yeninin devri başlardı. Biraz imkânsızlık ve biraz da herhangi bir tepki korkusu, Tanzimat'ı yapanlara ikincisini tercih ettirdi ve birdenbire memleketin hayatı bir müstemleke şehrinin garip manzarasını aldı. Hayatımız ikiye bölündü."


9 Haziran 2002
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED