T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu ilkel siyaset hiç yakadan düşmeyecek mi?

Bel fıtığı teşhisiyle birkaç gündür korseli, kortizonlu, yataklı günler geçiriyorum. Bolca maç seyrediyorum. İnsanın canı yanar ve sıkılırken, Türk siyaseti gibi daha da iç daraltan konulardan uzak durmasında fayda oluyor.

Nasıl iç daraltmasın; demokrasinin çok-kültürlülüğe dayanan bu çağda aldığı çoğulcu biçim, siyasi katılımın aldığı "sivil" ağırlık, bireyin ve grupların taleplerinin alan ve kapsamının genişlemesi, bu çerçevede yeni birey ve grup tanımlarının doğması konusunda yıllardır yaşanan gelişmeler ve söylenenler ortada...

Buna karşılık Türkiye'nin bu gerçeklerden her geçen gün adım adım uzaklaşması da ortada...

Değişim adı altında, çağa uyum adı altında değişimden kaçmak, çağdan uzaklaşmak en mükemmel şeklini bu ülkede buluyor herhalde.

Oysa her dönemin kuralları ve dinamikleri vardır; onlardan uzaklaşma toplumları her zaman sarmış, bölmüş ve fakirleştirmiştir. Osmanlı'dan Cumhuriyete giden yol da böyle olmuştur; çağa uyum politikaları uygulandığı anlar ülkeyi rahatlatmış, tersi durumlar dara sokmuştur.

Bugün de durum farklı değil.

AB'ye girme konusunda AB içinde hareket edilebilecek ya da AB içinde çıkarlar adına tartışılabilecek noktalara ulaşmıyoruz bile; AB temel ilkeleriyle, aslında çağın ilkeleriyle kavga ediyoruz, bunlara direniyoruz. İdam cezasının kaldırılması konusunda sorun yaşıyoruz, çok-kültürlüğü reddediyor, herhangi bir insanın ana dilinde televizyon dinlemesini ve ders almasını kabul edemiyoruz.

Gerekçelerimiz ilginç; bir yandan ülkenin bütünlüğü, PKK terörü; diğer yandan milli kimlik, yerel değerler...

Ne garip!

Bu yolla yapılan aslında bu ülkeyi bölmekten, o kimlik ve değerleri tahrip etmekten, içeride devlet-siyaset, toplum-siyaset ve toplumsal gruplar arası bağları koparmaktan, ekonomik dengeleri sarsmaktan başka bir işe yaramıyor.

Sorun sadece AB öyküsü açısından değil, ülke içindeki dengelerin oturması açısından da benzer...

Nitekim böyle oldukça bu siyaset mekanizması ülkeyi yönetemiyor, yönetemedikçe MHP ve DYP tarzı popülizminden, yani dar parti çıkarlarından kopamıyor, yönetemedikçe bürokrasiye teslim oluyor, meyda ve bürokrasiye teslim oldukça yönetim, hukuk, siyaset ve etik alanlarında iflas yaşıyor.

Böyle oldukça uzlaşma kültürü hep askıda kalıyor; üretilen denge ve politikalar kurumlar ya da partiler arasındaki kavgalarla ve pazarlıklarla oluşturuluyor. Ve ortada tutarlı, akılcı ve çözücü hiçbir şey kalmıyor. Ve en vahimi bu çıkar kavgaları sıkça ideolojik maskeler altına gizleniyor, her kavga değişime direnç noktalarını kullanıyor ve besliyor ve bu ülkede liberalizminde, solculuğun da, İslamcılığın da, milliyetçiliğin de en ilkeli, en sefili yaşanıyor.

Örneğin son günlerdeki görünüşe bakılacak olursa, Türk siyaseti bir kişinin idamına kilitlenmiş bir halde.

Gerçekten öyle mi acaba?

Yoksa o bir kişinin idam edilmesinden oy bekleyenler mi var. Bugünü kadar kendi politikalardan verdikleri tavizleri yağlı bir sicimle geri almak isteyenler mi var?

Ya da bazı siyasi partiler kendi seçim zamanlarını yaparken AB'yi, AB karşıtlığını, Öcalan'ı koalisyon kurtulmak için araç mı kılıyorlar?

Peki ANAP diğerleri Batı'da bir çok merkez partiyi iflasa sürükleyen işi yapmıyorlar mı? Yani hiç bir siyaset üretmeden sadece Kopenhag kriterlerinin arkasına saklanmıyorlar mı? Kültürel bir duruşu siyasi duruş olarak sundukça, değişim fikrine beslemek yerine, kendi kötü imajları içine hapsetmiyorlar mı? Dahası onlar da bu yolla seçimlere hazırlanmıyorlar mı?

Siyasi partilerin AB yanlısı da yandaşı da değişeme direnç üretme merkezi haline bu yolla gelmiyor mu?

İsteyen istediği kadar ölümü, idamı, iki saatlik Kürtçe yayını tartışsın, devletler arasında mücadeleler endeksli köhne politik zihniyetlere hapsolmaya devam etsin...

Gerçek ortadadır:

Ekonomi, demokrasi, kültür, insan hakları konusunda sistemin ürettiği çağcıl değerlere ve uygulamalara karşı ürettiği dirençler, bu sistemi ekonomiden siyasete herkesin gözü önünde eritiyor. Arka arkaya yaşanan ekonomik krizlerle, borsanın ve doların izlediği trendlerle bu çıplak gerçek, her gün yüzümüze yeni bir tokat akşediyor.

Zihinlerini idama bağlayanlara, Güney Kıbrıs bir süre sonra tek taraflı AB'ye alınırsa ne yapacaklarını bile akla getiremeyecek kadar akılsız olanlara bir hatırlatma:

Dünya Gıda Zirvesi'ne hazırlanan bir rapor diyor ki, "Türkiye nüfusunun yüzde 15'i, yani 10 milyon insan günde 1 dolarla yaşıyor..."

Ne dersiniz?

Adam asmak daha önemli değil mi?

İnsanın insan olduğu ancak ölümde bilen, aynı insanı yaşarken ideolojilerin ve çıkarların kurşunu olarak kabul eden görüşlere ne isim verirler biliyor musunuz?



15 Haziran 2002
Cumartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED