|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin Çin galibiyeti üzerine ülkenin her yanına yayılan kutlamalar, ülkenin sevinmeye ne kadar susamış olduğunu da yansıttı. Hele, Danimarka'nın Dünya Şampiyonu Fransa'yı safdışı bırakıp, grup birincisi olduğu gün Kopenhag'da hayatın normal akışına devam ettiğini hayretle görmüş olan benim gibi birisi için, Taksim Meydanı'ndaki coşkuya tanık olmak, 'çok kimliklerimiz'den biri olan 'Akdenizli' kimliğimizi bir kez daha hatırlatması pek hoştu. Dünkü gazete başlıkları da, coşkulu ama 'irrasyonel' özelliklerimizi yansıtıyordu. Örneğin, Yeni Şafak 'İnancın Zaferi' manşetini atmışken, Hürriyet, çok eleştirilen Şenol Güneş'i kollayan 'Güneş Ufuktan Şimdi Doğdu' başlığını kullanmıştı. Söz konusu olan Türkiye'nin bir futbol başarısı; başlıkların ise futbol ile doğrudan bir ilişkisi bulunmadığı açık. Başarıya 'inanmadan', başarının gelmesi elbette mümkün değil. Ancak, Türkiye'nin grup ikincisi olarak çıkıp Japonya ile ikinci grup karşılaşmasını oynayabilecek duruma gelmesi, Kupa'nın en zayıf takımı sayılan Çin'i yenmesi ve ayrıca Brezilya'nın en zayıf takımlardan biri olan Kosta Rika'yı Türkiye'ye avantaj getirecek bir farkla mağlup etmesi sayesinde gerçekleşti. Burada 'inanç unsuru'nun ve 'güneşin ufuktan şimdi doğmuş olması'nın payını abartmamak gerekiyor. Milli takımımız, ikinci turda, 'Japonya güneşi'ni kendi evinde batırırsa, Türkiye'nin adını Dünya Kupası'nın ilk sekizine yazdıracak ve güneş o zaman doğmuş olacak. Doğduktan sonra ne kadar yükselebileceğini de, o zaman görmüş olacağız. Ne olursa olsun, milli takımımız 'başarı merdiveni'nin basamaklarını ne kadar tırmanırsa tırmansın; Şenol Güneş'in eleştiri bombardımanından kurtulması çok kolay gözükmüyor. Şenol Güneş'in kendini bu bombardımandan sakınması, ancak Türkiye'nin en azından yarı final oynamasıyla mümkün olabilecek. Bu durum nereden kaynaklanıyor? 'Coşku' özelliğimiz kadar, duygularımızın hızla yer değiştirmesinin sonucu 'kadirbilmezlik' boyutuna kolayca ulaşabilmemizden mi? Kısmen öyle. Değişmeye dirençli 'siyasi üst yapımız', bizi uzun yıllardır bir 'gayrımemnunlar' halkına dönüştürdü. 'Eleştiri', 'itiraz', 'beğenmemek', 'söylenmek' kişiliklerimizde iz bırakan özelliklerimiz arasında girdi. Selam-sabah sormadan, her karşılaşan iki kişinin söze 'ne olacak bu memleketin hali' diye başlaması gerçeğinde özetlenecek 'kişilik kalıbımız'dan haliyle Şenol Güneş de payını alacaktı. Aldı ve almaya devam edecek. Fakat, Şenol Güneş'e yönelik eleştirilerin gerisindeki 'olumlu unsuru' da gözardı etmemek gerekiyor. Bu, ülkenin kendisine 'büyük hedefler koyma' özelliğini de yansıtıyor. İşin 'olumlu' yönü bu. Bu da 1980'li yıllarla birlikte kazanmaya başladığımız bir alışkanlık. 'Büyük hedefler'e bizi ulaştırmayacağını düşündüğümüz ya da sonuç ne olursa olsun zihnimizde oluşturduğumuz 'büyük hedefler'e yakışmadığını düşündüğümüz her 'performans', hemen 'eleştiri kurşunları'nın ateşlenmesine yol açıyor. Bunun kötü bir yanı yok. Bir de futbolun dünyanın belki de 'en demokratik olayı' olduğunu da hesaba katmalıyız. Futbol, zaten bu özelliği ile eşsiz ve rakipsiz 'küresel popülaritesi'ne sahip. Bu da, hemen her futbol seyircisinin kendiliğinden bir 'futbol otoritesi' ve her ülkede 'milyonlarca teknik direktör' olması demek. Dünyada eleştirilmeyen hiçbir teknik direktör yok. Şenol Güneş'in 'istisna' teşkil etmesinin de gereği yok. 1978'de ve 1986'da iki kez Dünya Şampiyonu olan Arjantin'in başında futbol zihniyetleri birbirine yüzseksen derece zıt iki teknik direktör bulunuyordu. Cesar Luis Menotti ve Carlos Bilardo. Her ikisi de, takımlarını Dünya Şampiyonu yapsalar bile, 'diğer görüştekiler'inin eleştirisinden kendilerini sakınamamışlardı. Bilardo'nun durumu biraz farklı. Onun elinde, dünyanın -bence Pele'den de daha marifetli- gelmiş geçmiş en büyük yıldızı Diego Maradona vardı. Maradona'sız bir Bilardo'nun başarı kazanabileceğinden kuşku duyardım. Galiba Şenol Güneş'in 'güneşini doğurtan' da, kendi 'vizyonu'ndan ziyade Hasan Şaş. Her Dünya Kupası -dünyanın en muhteşem futbol podyumu olduğu için- uluslararası sahneye yeni ve ışıltılı yıldızlar sunar. Kore-Japonya 2002'nin sunduklarından biri, hiç kuşkusuz, Hasan Şaş. Futbol, kollektif bir oyun olduğu kadar 'bireysel yıldızlar'ı parlattığı için de 'küresel popülaritesi' erişilmez. Yani, futbolda yok, yok. Hasan Şaş, ayyıldızlı formanın uluslararası sahnede parlayan 'yıldız'ı. Brezilya'ya attığı göz kamaştırıcı gol ve ele avuca sığmaz oyun stilinin yanısıra, Çin'e enfes bir gol atıp, iki de gol pası vererek, Şenol Güneş'in güneşinin batmasını önledi. Futbolda yok, yoktur dedik ya; 'rasyonalite'sinin yanısıra 'sürprizler'e açıklığı da heyecanı besleyen yanlarından biri. Kore-Japonya 2002'nin en büyük iki favorisi Fransa ve Arjantin, birinci gruptan bile çıkamadılar. Özellikle Arjantin'in gruptan çıkamamasına çok üzüldüm. Futbol adına üzüldüm. Her biri -başta bizim yeni Fenerbahçeli Ariel Ortega- futbola müthiş bir 'estetik zevk' katan bireysel yeteneklerden oluşan, maç başlar başlamaz oyunun kontrolünü eline geçirerek, dalga dalga ataklarla agresif bir oyun tarzıyla gözü okşayan çok iyi bir takımdı. İngiltere'ye karşı ilk yarının uzatma dakikalarında tartışmalı bir penaltıyla yenik duruma düştükten sonra, ikinci 45 dakikayı neredeyse tek kale oynadılar ve İngiltere'yi adeta boğdular. Gol, bir türlü gelmedi. İsveç'in yavan, sağlamcı ve 'rasyonel' futboluna karşı başta Gabriel Batistuta ve Claudio Lopez'le sayısız gol pozisyonundan yararlanamadılar ve topu topu üç-beş kez kendi sahalarına gelebilen rakiplerinin bir frikik golüyle berabere kaldılar. Arjantin basınının bir 'futbol entelektüeli' olmasından ötürü alaycı biçimde 'Profesör' lakabını verdiği Teknik Direktör Bielsa'nın 3-3-1-3 düzenindeki inadından ve bu yüzden Batistuta ile Hernan Crespo'ya aynı onbirde 'çift santrfor' olarak yer vermemesinden ötürü, şimdi kıyamet kopuyor. İmkan olsa, Bielsa'yı, Arjantin ekonomisinin çöküşünden sorumlu tutulan Domingo Cavallo'yla birlikte asacaklar. Oysa, top Arjantin'i biraz sevseydi; yani futbolda 'olmazsa olmaz' olan 'şans faktörü' Arjantin'den biraz yana olsaydı; Arjantin, İngiltere'yi ve İsveç'i sürklase eder ve Bielsa'nın heykeli dikilirdi. Bence, Bielsa, İngiltere ve İsveç'e karşı yüksek toplarla gol aramak yerine; Ortega, Aimar, Crespo, Lopez gibi hareketli oyuncularıyla uzun boylu, sağlam defansları ortadan ve yerden toplarla delmeyi deneseydi; Arjantin'in gol şansı daha fazla olurdu. Nitekim, İsveç maçında böyle bir pozisyonda Ortega penaltıyı yaptırdı. Bakın, Şenol Güneş'i bırakıp; Arjantin Teknik Direktörü'nü eleştirmeye başladık. Futbol böyle. Şenol Güneş'in ve hiç kimsenin eleştiriden kurtuluşu yok. Milli Takımımızın yolu açık olsun...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |