T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Güzellikle mağrur olma sevdiğim" (Kul Mustafa)

Fransızlar "oten" ("hautain") diyorlar. Aynı kökten bir sözcük ("haughty") İngilizce'de de varmış. Sözlükler bu sözcüklerin Türkçe karşılığını "mağrur" olarak veriyor. "Mağrur" sözcüğü bildiğiniz gibi "gurur"dan geliyor. "Gurur"un ne anlama geldiğini de biliyoruz. Ferit Devellioğlu'nun Osmanlıca-Türkçe lügati, "gurur"un karşısına şu açıklamayı koymuş: "1. gururlu. 2. bir şeye güvenen. 3. güvenilmeyecek şeye güvenen aldanan, kendini beğenmiş (kimse). 4. büyüklük taslayan. (bkz: girra, müteazzim, mütekebbir)."

"Gurur" sözcüğüne gelince; bu sözcük gerek Devellioğlu, gerekse D. Mehmet Doğan'ın "Büyük Türkçe Sözlük"ünde "boş şeylere güvenerek aldanma" ya da "Kendini beğenme, üstün tutma", yani daha çok "kibir"le eşanlamlı bir sözcük olarak verilse de, hepimizin bildiği gibi bu sözcüğün Ali Püsküllüoğlu'nun "Arkadaş Türkçe sözlük"ünde belirttiği gibi "onur, şeref" anlamı da var. Doğru yanlış orasını bilemem; ama "gururlu adammış" gibi bir ifadeyle karşılaşınca sözcüğe (artık?) olumlu bir anlam da yüklediğimiz apaçık.

Oysa "mağrur" sözcüğü, her ne kadar "gurur"dan türemiş olsa da işaret ettiği kimse için hiç de olumlu bir sıfat değeri taşımıyor. Doğan'ın çok yerinde olarak hatırlattığı gibi, Kul Mustafa'nın "Güzellikle mağrur olma sevdiğim" dizesinde olduğu gibi...

Devellioğlu'nun "mağrur"dan itibaren bizi götürdüğü sözcüklere de baktım. Yani "müteazzim" ve "mütekebbir" sözcüklerine. Burada herşey çok daha açık. "Müteazzim" sözcüğü "taazzum" ("azamet"ten) eden, "mütekebbir" sözcüğü ise doğrudan "kibr"den geliyor. Devellioğlu'nun lügati maaşallah o kadar zengin ki, bu kadarı yetmediyse dahası da var! Mesela "fahr"dan ("övünme, böbürlenme") türemiş "mütefahhir" ve "mütefâhir" sözcükleri gibi... Ne güzel! İnsan Devellioğlu'nun lügatini karıştırınca bayağı mutlu oluyor; "Türkçe"nin de basbayağı "medeniyetin taşıyıcısı diller" (biliyorsunuz benzer bir ifade RTÜK Yasası'nda yer alıyor) bir dil olduğunu anlıyor. (Bizi kavramlar dünyasında böyle "susuz" bırakanlar, bin tane kavram arasında bizi "gururlu" ile yetinmek zorunda bırakanlar düşünsün!)

Peki ben bugün, bayram değil seyran değil, bu etimoloji meselesine niye girdim? Niçin olacak, Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeninin en âlâsından bir "mütekebbir", bir "müteazzim", bir "mütefâhir" olarak kaleme aldığı bir yazıdan dolayı tabii ki... Ertuğrul Özkök'ün "Ceyhun Atıf Kansu Sokak, No: 202" başlıklı yazısından söz ediyorum. Yazının genel havası tabii ki "sevindirici"ydi. Nasıl "sevindirici" olmaz; ülkenin en büyük gazetesini yöneten bir gazeteci AK Parti hakkında hiç mi hiç alışık olmadığımız bir yazı yayımlıyordu. Bu konuda kimsenin fikrini almasam da, söz konusu yazının AK Parti'lilerin hiç değilse bir bölümünü ziyadesiyle memnun ettiğini ileri sürmek yanlış olmasa gerek. Evet, tamam bu yazı AK Parti'ye yönelik Hürriyet'te gördüğümüz belki de en olumlu yazı. "Öteki siyasi partiler, Erdoğan'la centilmence bir mücadele yapacaklarsa, kendilerine ve liderlik kadrolarına mutlaka çekidüzen vermek zorundalar" diye biten, Erdoğan hakkında ileri sürülen "Takıyye yapıyor" iddiasını şiddetle reddeden böyle bir yazıyı bu zamanda bulmak, tabii ki zor, şaşırtıcı ve hatta sevindirici... Ama doğrusu, herşeye rağmen bu yazıyı okuyup bitirdiğimde kendimi hiç mi hiç iyi hissetmedim... Canım da sıkıldı, midem de rahatsız oldu...

Nedenini artık anlamışsınızdır sanırım. Yazı canımı sıktı, çünkü karşımızda bir "mütekebbir" konuşuyordu! Nasıl mı? İşte size "mütekebbir-âne" satırlardan bazıları:

"AKP'nin genel merkezi, Ankara'da Balgat Semti, Ceyhun Atıf Kansu Sokağı'nda.

Kapıdaki izlenimim şu: Ankara'nın en güzel genel merkez binası.

Çok güzel bir bahçe düzenlemesi yapılmış.

(....)

Kapıda lacivert takım elbise giymiş, çok nazik iki kişi beni karşıladı.

Genel başkanlık katına çıktığımızda, Hürriyet'inki kadar şık bir dekorasyonla karşılaştım.

Erdoğan ve AKP yönetimi yemekteydi.

Beni görünce hemen kalktılar ve genel başkan odasına geçtik.

Bir ayrıntı...

Genel başkanın odasının önünde iki sekreter oturuyordu.

İkisinin de başı açıktı.

Çıkarken bir başka odada başı örtülü iki genç kızın bulunduğunu fark ettim.

Yani binada başörtüsü ne tabu, ne de yasak...

Genel başkanlık odası, Ankara'da şimdiye kadar gördüğüm en büyük ve en zevkli siyasetçi bürosuydu.

Zeytin yeşili deri koltuklarla döşenmişti.

Tayyip Erdoğan'ın çalışma masasının arkasında, yine şimdiye kadar hiç bir genel başkanın odasında görmediğim kadar büyük bir Atatürk fotoğrafı vardı.

(...)

Odanın geri kalan bölümünde duvarlarda güzel röprodüksüyon tablolar vardı.

Bir tanesi Van Gogh'un ünlü ayçiçekleri tablosuydu.

Tayyip Erdoğan güzel bir takım elbise giymişti.

Buna çok uygun bir kravat takmıştı. Acaba kıyafetini düzenleyen bir danışmanı var mı diye düşünmedim değil.

(...)

İtiraf edeyim, Erdoğan ve ekibi, insanın üzerinde olumlu bir izlenim bırakıyor. Bunu bazı yabancı temsilcilerden de işittim.

Hepsi sakin insanlar. Konularına hakim görünüyorlar..."

Siz de benimle aynı duyguları mı paylaşıyorsunuz bilemem... Bu satırlar sizin de canınızı sıkıyor mu bilemem... Ama ben "mütekebbir" bir gazetecinin kaleminden "lacivert elbise giymiş çok nazik iki kişi", "Hürriyet'inki kadar şık bir dekorasyon", "İkisinin de başı açıktı. Çıkarken bir başka odada başı örtülü iki genç kızın bulunduğunu fark ettim", "Tayyip Erdoğan güzel bir takım elbise giymişti", "Acaba kıyafetini düzenleyen bir danışmanı var mı diye düşünmedim değil", "İtiraf edeyim, Erdoğan ve ekibi, insanın üzerinde olumlu bir izlenim bırakıyor" gibi ifadeleri okuyunca, inanın canım çok sıkılıyor! Ve bana sorarsanız, bir gazetecinin büyük basının siyasi komiseri edasıyla ziyaret ettiği bir parti genel merkezinden bu ifadelerle söz etmesi hiç mi hiç sevinilecek bir şey değil... "Mütekebbir" yazarımızın genel merkez binasından, Erdoğan'ın üzerindeki takım elbise ve kravattan filan bu ifadelerle söz etmesi (daha doğrusu "edebilmesi") herşeyden önce basbayağı "küçümsediği" bir heyet karşısındaki "azamet"inden kaynaklanmıyor mu?

Başkaları ne düşünür bilmem ama ben "müteazzim"lerin iltifatından hiç hoşlanmam... Dünyada en iyi, en samimi, en yararlı, en yaratıcı ilişki "eşitler arasındaki" ilişki değil midir?


15 Haziran 2002
Cumartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED