|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sabah kahvaltısında, Tayyip Erdoğan ile biraraya geldik. Tabiî konu öncelikli olarak Avrupa Birliği idi. Cumhuriyet gazetesinden Oral Çalışlar, "Ağırlaştırılmış müebbed hapis cezasının Anayasa hükmü haline getirilmesini, ön şart olarak ortaya koyuyorsunuz; bu durumda, idam konusunda ayak sürümüş olmuyor musunuz?" diye sordu. Erdoğan, tavrına berraklık getirdi: "Ağırlıştırılmış müebbed hapis cezasının Anayasa hükmü haline gelmesi, Tansu Çiller ve Devlet Bahçeli tarafından desteklenebilir. Çünkü, bu onların da istediği bir şey. Vatandaşlarımızın hassasiyetini de göz önüne almalıyız. Onlar af veyahut şartla salıverme ile ömür boyu hapse mahkûm edilenlerin cezaevlerinden çıkmasını istemiyor." 852 sıra sayılı tasarı
Şu anda Meclis'te 852 sıra sayılı bir kanun tasarısı var. Bu tasarıya göre, aynen anayasadaki gibi, idam cezası, savaş ve yakın savaş dışında, terör suçlarına da verilebilecek. 852 sıra sayılı kanun tasarısı, Anayasa değişikliğine uyumu temin etmek için, 15 Nisan 2002'de Meclis'e sevkedilmişti. (Bu noktada durup hükûmete sormak lâzım: Madem Kopenhang'da müzakere takvimi elde etmek için, yıl sonuna kadar idamın kaldırılması gerekiyordu, niçin, Anayasa değişikliğini gerçekleştirirken, terör suçlularının idam edilebileceğini metne koydunuz? Ve niçin 2 ay önce, böyle bir kanun tasarısını, Anayasa'ya uyum gerekçesiyle Meclis'e sevk ettiniz?) 852 sıra sayılı tasarı görüşülürken, Anap ve DSP bir önerge vererek, idam cezasını, savaş ve yakın savaş halleriyle sınırlı tutabilir; veya toptan kaldırabilir. Burada, AK Parti'nin ve DYP'nin veya Saadet'in aktif bir desteği şart değil. Önerge oylanır: "Kabul edenler, etmeyenler... Kabul edilmiştir." Muhalefet obstrüksiyon (engelleme) yapmadığı takdirde, kanun kolayca Meclis'ten zaten geçer. Bu yüzden, Tayyip Erdoğan'ın Anayasa değişikliği şartı -Meclis'in işleyişi içinde- bir önem taşımıyor. Karar yeter sayısı veyahut toplantı yeter sayısı aranmadığı zaman, Meclis televizyonuna da aksettiği gibi, bir avuç insanla kanun çıkabiliyor. Kanun nasıl çıkar?
Demek, hükûmetin bir an önce Meclis gündemine, AB ile ilgili yasaları getirmesi lâzım. Kürtçe yasağını kaldıracak adımı, Radyo Televizyon Kanunu'nda değişiklik talebiyle Saadet Partisi attı. Ama bu yetmiyor. Çünkü kanun, ilk aşamada Meclis Başkanı tarafından Adalet Komisyonu'na sevkedilecek; belki Anayasa Komisyonu da tâli komisyon olacak. Burada iki ihtimal mevcut: Ya komisyon , teklifi gündemine alacak ve görüşecek veya almayacak. Belirli bir süre, kanun esas komisyonda görüşülmezse, o zaman teklifin sahipleri, doğrudan görüşülmesi talebiyle Genel Kurul'a başvuruyorlar. Bu teklif oylanıyor; kabul edilirse, gündemin en son sırasındaki yerini alıyor. Böyle, yüzlerce kanun teklif ve tasarısı beklemede. MHP'nin direnci
Meclis'i, ancak hükûmet, istediği istikamette çalıştırabilir. Hükûmet, oy çoğunluğuna hâkim olduğu için, kanunların sırasını değiştirebiliyor, en son sıradakini başa alıyor; Parlamento'nun hangi saatler arasında çalışacağını tesbit ediyor; sabaha kadar mesai yapılmasını sağlıyor. Demek öncelikle iktidarın idam cezasını kaldıracak bir yöntemi belirlemesi lâzım. Yukarıda, 852 sıra sayılı kanun tasarısından söz ettim. MHP, bu kanun tasarısı, bilahare DSP ile Anaplı milletvekillerinin önergeleriyle değiştirilip, terör suçlarından idam cezası kalkacağı için, "değişiklik önergesine imzamı koymamakla yetinmem, tasarıdan da imzamı çekerim" diyormuş. Bu durumda 852 sıra sayılı tasarının ilgili maddesinin önerge ile değiştirilmesi planı bozuluyor. Pasif destek yeterli
Anap ve DSP, bir kanun teklifi hazırlayıp, bütün partilerin grup başkanvekillerinin katıldığı Danışma Kurulu'na getirmeli ve orada uzlaşma aranmalı. MHP ve DYP itiraz edeceği için, uzlaşma sağlanmasa dahi, kanun teklifi, öncelikli sırayı alması talebiyle Genel Kurul'da oylanır ve işte o noktada, Saadet ile AK Parti'nin desteği sayesinde, gündemde birinci sıraya yerleşir. AK Parti ve Saadet'in pasif destekleri, hem kanun teklifinin gündemdeki yerini alması, hem de kabul edilmesi için yeterlidir. Engelleme yapmayacaklar. Konuyu istismar etmeyecekler. Ve istenilen sonuç Meclis'ten kolayca çıkacak: "Kabul edenler, etmeyenler.... Kabul edilmiştir." Bu durumda, Tayyip Erdoğan'ın koştuğu şartın bir anlamı ve önemi de kalmıyor. Pazarlık
Kahvaltıda, Erdoğan'a pazarlık işi de soruldu. "Siz, iktidara destiğiniz karşılığında, pazarlık kapısını mı aralıyorsunuz?" Erdoğan, "Her zaman milletimin menfaatini, şahsî menfaatimin üzerinde tutarım. Pazarlık filan yok" dedi. Anlaşılıyor ki, hükûmet, idamla ilgili değişikliği Meclis'e taşıdığında, AK Parti engel olmayacak; oy verebilir veya vermeyebilir. Ama zaten, onun o aşamadaki desteğinin bir önemi yok; köstek olmaması ve seçim meydanlarında konuyu istismar etmemesi kâfi. Dışardan destek
Diyelim ki, Kürtçe yayında MHP bir zorluk çıkardı. Veyahut, hükûmeti bozmakla tehdit etti. Tayyip Erdoğan, DSP ve Anap'ın kuracağı azınlık hükûmetine destek vereceğini de söylüyor. Tabiî 2 ay sonra erken seçim kaydıyla. Ama oturulup, konuşulursa, seçim tarihinin belirlenmesi şartıyla, bu desteğin sonbahara kadar bile sürebileceğini sanıyoruz. Bu şu demek: "MHP, elinizi kolunuzu bağlıyorsa, o engeli aşmak için, Kopenhag zirvesinde müzakere takvimini elde edecek şartları hazırlamak için, 3-4 ay sizi destekleriz." Kıbrıs
Kıbrıs meselesi de gündeme geldi. Tayyip Erdoğan, basında, dış konuların uzmanı olan Mehmet Ali Birand, Sami Kohen, İzzet Sedes gibi gazetecileri dikkatle dinledi. Kıbrıs'ta duygusal veya popülist değil, akılcı davranıyor. Avrupa Birliği önceliğini muhafaza ediyor. Ekonomide
Ekonomide, sosyal adalet yönü ağır basıyor. İMF'ye karşı olmadıklarını söylüyor. Ama siyasilerin iyi pazarlık yapmadığını düşünüyor. Erdoğan'a göre, İMF'nin her maddi yardımı, bize dikte ettirdikleri şartları da beraberinde getiriyor. Erdoğan, sabah kahvaltısındaki gazetecilere bir örnek verdi: "İhale Yasası'nı Meclis'ten geçirirken biz de desteklemiştik. Şimdi, yeniden bir maddesini değiştirdiler ve Türk müteahhitlerinin mütekabiliyet haklarından yararlanması imkânını kaldırdılar. Bunun karşılığında gene İMF'den 1 milyar doların üzerinde bir para gelecekmiş." Tayyip Erdoğan, İMF'ye karşı değil ama, bugünkü işleyiş şekliyle, Türkiye'nin menfaatlerinden ziyade, yabancı çıkarlara öncelik tanındığı düşüncesinde. AK Parti yönetiminden Ali Coşkun bir örnek verdi: "19 banka Fon'a devredildi. Bunları sağlığına kavuşturmak, ayakta tutabilmek için milyarlarca dolar harcandı. Aradan bir yıl geçtikten sonra bilançolar açıklandı, bir gördük ki, Fon'a devredilen bankaların zararı 7 milyar doları bulmuş. O zarar, ortaya çıkmasaydı, İMF'den daha az borçlanırdık. Kötü yönetimin bedelini halk ödüyor. Bu sadece bir örnek." AK Partili Cüneyt Zapsu (kendisi fındıkçıdır) "Fındık sahalarını daraltmak yerine tanıtımla, yurt içi fındık tüketimini arttırabiliriz. Reklâmın önemini artık idrak etmeliyiz" diyerek, değişik alternatiflerin bulunduğunu anlattı. Tabiî yolsuzluğun üzerinde çokça duruldu. Çünkü yolsuzluk en büyük kaynak kaybıydı. Özkök referansı
Tayyip Erdoğan'ın, her basınla biraraya gelişinde ortaya çıkan meşruiyet tartışması, "demokrasi araç mı, amaç mı" sözleri, "Atatürkçü müsünüz? Laik misiniz? Şeriatçı mısınız?" sorgulaması terk edilmişti. Bence AK Parti Genel Başkanı'nın değiştiğine ve takiyye yapmadığına inananların sayısı artıyor. Ertuğrul Özkök'ün yazısı bu konuda iyi bir referans oldu. (12 Haziran 2002-Hürriyet)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |