|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı'nın ertesi günlerinde, Almanya'dan Türkiye'ye geliyoruz. Bindiğimiz Türk Havayolları uçağı Almanya'da çalışan işçilerimizle doluydu. Uçak havaalanına indikten sonra, bizi şehre götürecek otobüsün içine hınca hınç dolarak, şehre doğru yola çıktık. Gerek uçakla gelenler ve gerekse gelenleri karşılayanların konuştuğu tek konu, Kıbrıs'ta Türk Ordusu'nun sağladığı başarı üzerine idi... Hemen arkamda oturan bir kişi, Almanya'dan gelen bir akrabasını karşılamaya gelmişti. Kıbrıs çıkarması hakkında birçok duyumları olmuş ve bu duyumlarını, yüksek sesle, karşıladığı akrabasına aktarıyordu: -Kıbrıs çıkarmasına bizim köyümüzden Ümmet Ağa'nın oğlu Hasan da katılmıştı. O, dönüşünde anlattı: -Bir gün, erkenden sabah namazını kılmak için kalkmış ve abdest almak için, denizin kenarına inmiş. Tam kollarını sıvamışken, 30-40 Yunan askeri baskın yapmış ve buna "teslim ol" demişler. Hasan, can havliyle hemen silahına sarılıp yere yatmış, bir de bakmış ki, etrafında baskın yapan Yunan askerleri silahlarını yere atmışlar ve ellerini havaya kaldırıp teslim olmuşlar. Hasan bunlara "yürüyün ulan" demiş, önüne katmış ve karargahtaki yüzbaşısının yanına götürmüş. Yüzbaşı gelen Yunan kumandanı ve askerleri yukarıdan aşağı bir süzmüş ve onların yüzüne tükürdükten sonra: -Ulan siz otuz-kırk kişisiniz... Bir tek Mehmetçiğe teslim olmaya utanmadınız mı? Yunanlı kumandan cevap vermiş: -Ne bir kişi... Bir baktık ki, etrafımızı insanlar çevirmiş... Hepsi de eli silahlı ve Yeşil sarıklı. Teslim olmasaydık, hepimizi yok ederlerdi... Hikayeyi anlatan vatandaşımız, yüksek sesle ve konuştuklarına öyle inanarak anlatıyordu ki, otobüste bulunanlardan çıt çıkmıyordu. Herkes, adeta tek kulak olmuş, anlatılanları dinliyordu. Yanımda düzgün kıyafetli bir yolcu oturuyordu. Birden arkasına döndü ve hikayeyi anlatan şahsa seslendi: -Hemşerim, yani sen bu yeşil sarıklı hikayesine inanıyor musun? Hikayeyi anlatan işçi: -"Elbette inanıyorum" dedi ve "Hatta" diye söze başlayarak başka bir hikaye anlatmaya başlayacaktı ki, yanımdaki bey konuşmasına devam etti: -Bırak bu yeşil sarıklılar hikayesini... Böyle saçma hikaye olmaz. Vatandaşımız, "Elbette Kıbrıs çıkarmasında Yeşil Sarıklılar, Mehmetçiklere yardım etti" dedi ve yanımdaki bey, "Saçma, saçma bunlar" diye devam edince, ikisi arasındaki münakaşa alevlendi. Münakaşa neredeyse küfürleşmeye dönecekti ki, ben yanımdaki beye dönerek: -Beyefendi, siz Yeşil Sarıklıların varlığına inanmıyorsunuz. Ancak bu hemşerimiz, onun varlığına inanıyor. Onun buna inanması sizi neden rahatsız ediyor ki, itiraz ediyorsunuz. Bu müdahalem üzerine tartışma bitti. Japonya'da oynanan, dünya futbol şampiyonasında Milli Takımımız olağan üstü bir başarı sağlayıp yarı finale yükseldi. Bu başarı, bütün Türk milleti tarafından coşkuyla kutlandı. Fakat bazı yazarlarımız ve bazı medya mensuplarımız, bu başarıyı anlatmak yerine, bir konuya akıllarını taktılar; Futbolcularımız, Cuma namazı kılmak için imam istemişler ve özel bir uçak tutularak onlara imam gönderilmiş... Bu masraf neden yapılmış? Böyle saçma şey olur muymuş? Veya futbola da mı tarikat bulaşmış? İmam bulunarak cuma namazı kılmak isteyen takım kaptanı Hakan Şükür diyor ki: "Onlar gol attıkları zaman haç çıkarıyorlar... Neden biz de, namaz kılmayalım?" Bir şeye inanmak ve o inanç etrafında başarıya konsantre olmak, kazanmak için şarttır. Bu konsantrasyonu temin eden şey, inançtır. Bazıları dua ederek konsantrasyona ulaşırlar, bazıları antronörüne güvenir. Takımına olan inanç da bunun kaynağı olabilir. Hatta, göğsünde taşıdığı bir nazar boncuğu bile böyle bir konsantrasyonun simgesi olabilir. Japonya maçına başlarken, futbolcular, "bu hakem bize uğurlu geldi, bunun idare ettiği hiçbir maçı kaybetmedik" diyorlardı. Buna inanmanın da saçma olduğunu söyleyenler çıkabilir. Futbolcularımız buna inanıyorlarsa, bundan rahatsız olanlar çıkabilir. Bu tartışma o kadar ilginçtir ki, Türkiyemiz'de mevcut bir hastalığın arazını ortaya koymaktadır. Bu hastalık, inanmayanların inananlar üzerine baskı uygulama hastalığıdır. Bir an için düşünelim: Güney Kore'de canlarıyla, başlarıyla mücadele eden sporcu gazilerimiz, imam istemek yerine, moral bulmak için Hülya Avşar'ı dinlemek isteseydi ve bir uçak tutularak oraya bu sanatçımız gönderilseydi, olay bu kadar garip karşılanacak mıydı? Aynı kalemlerden bu cins tenkit yazıları çıkacak mıydı? İnsanlar bir imtihana girerken neden dua ederler? Neden rastladıklarına, kendilerine dua edilmesi için istekte bulunurlar? Bu, inanan herkesin hakkı değil midir? Bir futbol maçında, seyirci avantajı olayı nedir? Seyirciler kendi takımlarına tezahürat yaparken, sahaya çıkıp şut mu atıyorlar? Hayır. Sadece onların alkışları, gürültüleri, oyuncularını motive ediyor. Başka bir takım da, saha dezavantajlarını, dua ederek, namaz kılarak telafi etmek istiyorsa, bunun yadırganacak nesi vardır? Japonya'yı düşünün... Futbol maçına çıkıyorsunuz, stadyumda bulunan elli bir kişiden sadece bin kişisi sizi alkışlıyor ve destekliyor... Siz de diyorsunuz ki, "Stadyumdaki seyirciler, Japon takımını destekliyorsa, benim de, arkamda 65 milyon Türk var." Bunun varlığına inanmak hakkımız değil mi? Japon seyircilerin, davul sesleri, alkışları ve çığlıkları, stadyumu yıkarken, "Benim de Taksim'de, Kızılay'da bekleyen ve hatta dağ başlarında radyolarından beni dinleyen insanların desteğini düşünmek hakkım değil mi? Ben bu desteği namaz kılarak bulacağıma inanıyorum." Herkesin, inanmama hürriyeti vardır. Bu tartışılamaz. Ancak, aynı şekilde Allah'a, dine, dualara, uğura, mucizeye inanma hürriyeti yok mudur? Hadise, inanıp inanmama hürriyetinin olup olmadığı ötesinde, inanmayanların, inanan kimselerin üzerine tasallutları olduğudur ve işte asıl yobazlık bu tasalluttadır. Güney Kore'den, bize bir zafer hediye eden gazilerimizden birisi yeşil sarıklıların varlığından bahsetmemiştir. Ancak bir tanesi çıksa da, "Biz sahada koşarken yanımızda yeşil sarıklı gaziler vardı. Topa bizimle birlikte onlar da vurdu... Onlar bize pas verdi" diye anlatsa, neden bizler bu inançtan dolayı rahatsız oluyoruz? İçimizde "Madem öyle, o zaman bırakalım futbolu o yeşil sarıklılar oynasın" diyecek şaşkınlar çıkabilir. Onlara diyoruz ki: "Yeşil Sarıklılar hikayesi bir destandır." Tıpkı Ergenekon destanı, Manas destanı, Gılgamış destanı gibi. Destanlar milletlerin maneviyatını oluşturur. Onlara güç verir, motivasyonunu sağlar. Eğer hakikaten onların varlığına inanıyorsanız, onlar da sizinle birlikte savaşırlar, top oynarlar, şut atarlar. Anadolu'da yaşayan birçok kimse, Türkler'e Kosova savaşında da, istikbal harbimizde de, Kıbrıs'ta da, Yeşil Sarıklılar'ın yardım ettiğine inanır. Bu inançla alay etmek kimin haddinedir!.. Dualara ve bunların gücüne inanmayanların bile, inananların görüşlerine saygı göstermek zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk, insan haklarına, düşünce ve inanç hürriyetlerine saygının bir gereğidir. Büyük Fransız yazarı Emile Zola, Dreyfüs davasında kendisini savunurken diyordu ki: "Hepimiz Cumhuriyeti savunuyoruz. Kimimiz kılıçlarıyla, kimimiz kalemleriyle". Biz de hepimiz bu ülke için çalışıyoruz. Kimimiz bilgi ve kabiliyetleriyle, kimimiz fiziksel yeteneklerimizle, kimimiz inançlarıyla... Kimimiz de hepsiyle birlikte. Büyük Fransız düşünürü Bergson'un, "Dinin ve İlmin İki Kaynağı" isimli bir eseri vardır. O eserde der ki: "İnsanların inanmak ve bilmek gibi iki hassası vardır. Bu hassalardan birisiyle dinini bulmuştur; diğeri ile ilmi keşfetmiştir. Bu iki hassa, o kadar farklıdır ki, birisi ile diğeri izah edilemez. İnanmanın hududu o kadar geniştir ki, kısıtlı olan bilme kabiliyetiyle bunu izah edemeyiz. İnanmanın gerekçesi sadece inanmış olmaktır." Öyle sanıyorum ki, futbolcularımızın imam istemesini kınayanlar, inanmanın ne olduğunu bilmeyenlerdir. Milli Takımımız mensupları televizyonlarda konuşurken, "Biz 65 milyonun dualarıyle bunu kazandık" diyorlardı ve arkasından ekliyorlardı: "Bizim için dua etmeye devam edin." Onlar dualara inanıyorlarsa, bundan rahatsızlık duymak yerine, neden bu kazanılmış zaferleri paylaşarak içimize sindirmeyi başaramıyoruz? Neden hep beraber gölge düşürmeden bu zafer sevincimizi yaşayamıyoruz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |