|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 Eylül sonrasında Türkiye'nin politik ve stratejik değeri arttı mı, azaldı mı? 'Siyasal İslâm' denilen olgunun 11 Eylül sonrasındaki durumu ne? Kıbrıs, Irak, Balkanlar ve 11 Eylül... Türk dış politikası, Avrupa Birliği ve 11 Eylül... 11 Eylül'ün Arap dünyasında toplum ve politika üzerinde etkileri... Antalya sıcağında, yiyecek ve içeceğin mebzul olduğu deniz kıyısı bir otelde, iki gün boyunca, sabahtan akşama bir salona doluşup bu genel başlıklar altına giren konuları konuşup tartıştık. Bir yanda Türkiye'den bu konulara âşina gazeteciler vardı, diğer yanda da Türkiye, Ortadoğu ve AB uzmanı Alman gazeteciler... Konuşmacıların bazısı da bürokrat dâvetlilerdi. Bazen sesler yükselse bile herkes birbirini anlamaya çalıştı... Türkiye'yi Almanya'da uzun yıllar temsil etmiş bir bürokrat, kulağıma, "Özellikle Türkiye'yi yakından tanıyan gazetecilerle bir sorunumuz yok; Almanya'da beraber yemeğe çıkar, hep bu kanaatle dönerdim..." dedi. Sorunun, Alman ve Türk siyasilerden kaynaklandığına inanıyor görevi Alman basınıyla ilişki olan bu bürokrat... Buradaki seminerde de, "Türkiye AB üyesi olamaz, olmamalı" diyen bir tek konuşmacı çıkmadı. Nezaketlerinden değil, tersine bazen betimize giden sözler işittik sunumlar sırasında; ancak hepsi "Neden daha tez davranmıyorsunuz, üzerinize düşen görevleri ihmal ediyorsunuz?" tarzında târizlerle karşımıza çıktılar. En aşırısı, "Hep geçmişe takılıyorsunuz, şimdi ileriye bakma zamanı" demekten öteye gitmedi... Haluk Bayülken, iki ayrı dönem dışişleri ve milli savunma bakanlığı yapmış olsa da, kendini, "Ben 60 yılllık diplomatım" diye takdimden hoşlanıyor. Hâlâ dinç, hâlâ yakışıklı ve hâlâ kavga etmesini seven bir kıdemli diplomat... 1940'lı yıllardan beri Türk diplomasisinin aldığı mesafeleri, karşılaştığı zorlukları, zaferlerini ve yenilgilerini sadece bilmekle kalmıyor, onlarda kendisinin de payı var... Kıbrıs ve AB sorunlarına ilişkin görüş serdederken, en çok andığı isim, DP döneminin şahsiyetli dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu oldu. Özellikle Alman konuşmacıları dinlerken, hemen hepsinin, yeni sürecin Türkiye'nin lehine olduğunu vurguladıklarını gördüm; ama yine neredeyse hepsi sürecin işleyiş tarzından fazla mutlu değillerdi. Dünya dengelerinin Avrupa (ve tabii Almanya) aleyhine gelişmesi pek çok aydın gibi onları da rahatsız ediyor. Seminerin tek Amerikalı konuğu, Amerikan Büyükelçiliği siyasi ve askeri danışmanı Stuart V. Brown, kendisiyle aynı oturumda konuşan Türk ve Alman gazetecilerin dokundurmalarını biraz tedirgin dinledi... Bundan on yıl öncesine kadar, büyük Alman gazeteleriyle televizyon ve radyolarının Türkiye'ye yerleşik muhabiri bulunmazdı; önemli bir gazete, Türkiye'yi Atina bürosu aracılığıyla izlerdi sözgelimi. Son yıllarda durum çok değişti; şimdi gazeteler Ankara veya İstanbul'da büro açıyor; o bürolarda çalışan Almanlar Türkçe biliyor, bilmeyen de öğreniyor... Yapılan bir araştırma, Almanya'ya yerleşik Türklerin üçüncü kuşağının medya tercihinin ilk iki kuşaktan farklılaştığını gösteriyor; yüzde 47'si, "Haberleri Alman basınından izliyorum" cevabını veriyor kamuoyu yoklamalarında. Ben de Alman gazetesi olsam, sadece önemli olduğu için değil, Türk asıllı okurlarım bulunduğu için de Türkiye'yi daha yakından izlerdim... Buna karşılık, Almanya'da basılan Türk gazetelerinin satışları, özellikle son bir-iki yıl içerisinde, epey azaldı. Sabah ve Star da Avrupa pazarına girmişlerdi, sonradan kepenk indirdiler. Hürriyet ve Milliyet yaygın satışta; ama Hürriyet'in bir zamanlar övündüğü "100 küsur bin tiraj" artık hayal... Almanların neredeyse "Entegrasyonun önündeki en önemli engel" gördükleri 'Almanya Hürriyet'in başındaki Ertuğ Karakullukçu'yu görevden aldı Aydın Doğan... Doğan Grubu'nun Almanya ile yakınlaşması sonucu meydana gelen bu yönetim değişikliği Hürriyet'in satışını olumsuz etkiledi. Bir internet sitesinde, önceki hafta, "Ertuğ Karakullukçu yuvaya döndü" haberini okuyunca bu yüzden hiç şaşırmadım... Almanya'dan gelen bir gazeteci dost, "Avrupa'da yayınlanmayı düşünen gazeteler için en uygun zaman şimdi" dedi bana. Kast ettiği Yeni Şafak... Son Almanya seyahatimde, karşıma çıkan pek çok kişi, "Neden Almanya'yı ihmal ediyorsunuz?" diye sormuştu. Bizden konuşmacıları, Türkiye'nin geleceği konusunda, Almanlar kadar heyecanlı görmedim ben. Kıbrıs, Irak, Balkanlar gibi genel başlıklar altına giren konular görüşülürken, ya da Türk dış politikasının geleceği konuşulurken, Almanlar 'olumlu' yaklaştılar konulara, Türkler ise 'temkinli'. Bir ara, "Bergama'da altın çıkarmayı engelledikleri" iddiası eşliğinde "Türkiye'deki Alman vakıfları" tartışılmıştı ya, onunla ilgili son gelişme raporu şu: DGM savcısı Nuh Mete Yüksel casusluk soruşturması açmış... İçişleri bakanlığı vakıfları teftişe almış... "Devlette devamlılık esastır" kuralı işlemeye devam ediyor sizin anlayacağınız... Gördüğüm kadarıyla, Antalya'daki semineri düzenleyen Konrad Adenauer Vakfı faaliyetlerini aksatmadan sürdürüyor. Bu, "Türk-Alman gazeteciler seminerleri" dizisinin onaltıncısıydı ve öncekilerden çok daha fazla sayıda katılımcıyla yapıldı. Seminere, "11 Eylül'ün Arap dünyasına yansıması" konulu bir tebliğ sundum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |