T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Türkiye'nin AB üyeliği de
'magazin'e düştü!

Türkler" değil belki ama "Türk medyası"nın "çocuk gibi" olduğu muhakkak! Hoşlanmadığı gelişmeler karşısında öyle tepkiler veriyor ki, akıl sır erdirmek mümkün değil... Hürriyet gazetesi (10 Kasım), son açıklamasıyla da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan eski Fransa Cumhurbaşkanı Giscard d'Estaing'i yerin dibine batırmak için bir şahit aramış ve sonunda "Organizatör" Erkan Özerman'ı bulmuş. Gazetenin birinci sayfasının göbeğine yerleşen kallavi haberin başlığı şöyle: "Mösyö'yü bir de ben anlatayım"(!) Bu başlıkla karşılaşınca bir an için Özerman'ın neyi "organize" ettiği aklımıza gelmedi. İlk izlenimimiz, Giscard d'Estaing'e Avrupa'yı yakından tanıyan bir siyasetçi, diplomat ya da gazetecinin tepkisiyle karşı karşıya olduğumuz yolundaydı. Yanılmışız tabii ki; çok geçmeden hatırladık ki, "Mösyö'yü bir de ben anlatayım" diye söze başlayan "organizatör", magazin basınını izleyenlerin adına aşina olduğu "güzellik yarışması", konser vesaire gibi etkinlikleri organize eden Özerman'mış! Mesele anlaşılınca da şu karara vardık: Tamam artık, Özerman'ın bu açıklamalarından sonra d'Estaing ağzına bile açamaz, Türkiye'nin AB yolunda karşısına çıkan en büyük engel de böylece bertaraf edildi!

Özerman'ın Giscard d'Estaing hakkındaki açıklamaları gerçekten eğlenceli. Eski Fransa Cumhurbaşkanı için "Başkanlıktan sonra ampulü sönmüştü"(!) diyor. Fakat isterseniz, Özerman'ın açıklamalarından derlediğimiz "inciler"e gelmeden önce, Hürriyet'in Özerman'ı okurlarına nasıl takdim ettiğine kısaca gözatalım: "Fransa ile Türkiye arasında 40 yıldır sanat köprüsü kuran ve Fransız jet sosyetesi tarafından yakından tanınan Özerman..."(!) Kalemin kemiği yok ki, uydur uydurabildiğin kadar... "Fransız jet sosyetesi" kim, Özerman bu çevrede niçin "yakından tanınıyor", Türkiye ile Fransa arasındaki "40 yıldır" kurulan "sanat köprüsü" nasıl bir köprü?

Neyse, Özarman'ın eski cumhurbaşkanına saldırısı, d'Estaing'in adının önünde yer alan "d"nin, yani "asilliği"nin sahte olduğu mevzu ile başlıyor. Özerman cepheyi yıllardır milletin ağzında sakız olan bu meseleden açmayı tercih etmiş. Evet Giscard d'Estaing'in ailesi bu unvanı basbayağı satın almış. Tamam, iyi güzel de, bu meselenin bizim AB işiyle ne ilgisi var, orası meçhul! İkinci hamle d'Estaing'in bir zamanlar Fransa'da sürgünde bulunan eski Yunanistan Başbakanı Karamanlis'le olan ilişkisi üzerine. Ancak Özerman magazin basınının müdavimi olduğu için iki devlet adamlı arasındaki bu ilişki bir "aşk ilişkisi" ile desteklenmiş: "...Karamanlis'in kız kardeşi ile bir aşk ilişkisi oldu. Karamanlis'in bu ilişkiyi çok güzel kullandığı söylendi." (Anlatıcı "jet sosyete"ye yakın olduğu için bilgiler onda mevcut!) Karamanlis ve d'Estaing ilişkisi burada kalsa iyi, bir de "ada" meselesi var: "Daha sonra Yunanistan'da d'Estaing'e bir adanın hediye edildiği dedikodusu da çıktı." (!)Sanırsınız ki, Yunanistan Ali Baba'nın (ya da Karamanlis'in) çiftliğinden farksız; başbakan canının istediğine "ada" bağışlıyor!

Özerman'ın eski Fransa Cumhurbaşkanı'nın "başkanlık" sonrası hayatına ilişkin söyledikleri de şaşırtıcı: "..cumhurbaşkanlığı bittikten sonra çok ufak bir belediye başkanı olarak hayatını götüren, ampulü sönmüş, çok köşeye atılmış, sahsiyeti ile cemiyette devam edememiş bir politik kişi olarak görüldü."(!) Öyle anlaşılıyor ki, Özerman Fransa'da yaşarken "güzellik yarışmaları"ndan başını kaldırıp ülkenin siyasi hayatını izleyememiş! Hiç öyle şey olur mu; Giscard'ın Fransız merkez sağının yeniden yapılanmasında uzun yıllar oynadığı önemli rol unutulabilir mi? "Türkiye düşmanı"nı eleştireceğiz diye bu türden yalan yanlış "organizasyon"lar yapmanın ne anlamı var? Özerman'ın "Mösyö'yü bir de ben anlatayım" diye başlayan açıklamalarında başka eğlenceli yönler de eksik değil ama sanırız bu kadarı yeter...

Son söz olarak belki şu söylenebilir: Türkiye'nin AB üyeliği de "magazin" kahramanlarına kaldıysa, vay halimize.... (K.B.)

Basında 'ANAP ruhu geldi' memnuniyeti...

  • Yukarıdaki başlığı atarken Sabah'tan Mehmet Tezkan'ın 19 Kasım tarihli yazısından ilham aldık: "AKP Hükümeti'nde ANAP ruhu". Tezkan, şöyle devam etmiş: "Gerçi bütün bakanlıklar önemli ama kararlarıyla bireylerin yaşamlarını etkileyebilecek bakanlıklara eski ANAP'lılar getirildi..."

  • Aslında yalan değil de yani... Abdülkadir Aksu İçişleri, Cemil Çiçek Adalet, Erkan Mumcu Milli Eğitim, Murat Başeskioğlu Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanlıklarına getirildi. Tezkan, bir ara ANAP'ta olan Ertuğrul Yalçınbayır'ın da bu listeye dahil edilebileceğini söylüyor.

  • Peki, Tezkan'a mutluluk veren bu "ANAP ruhu"nun asıl özelliği nedir? Önümüzdeki yazıdan bu özelliğin özellikle "devleti iyi bilme", "devletin işleyişini, geleneklerini iyi bilme" olduğunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Nitekim Tezkan'a göre, Milli Savunma Bakanlığı'na getirilen Vecdi Gönül'ü karakterize eden asıl özellik de budur: "Kaymakamlık, Valilik, İçişleri Müsteşarlığı, Sayıştay Başkanlığı yapan Gönül, devletin işleyişini, geleneklerini en iyi bilen bakan..."

  • Görüyorsunuz, aslında insanı "gülümseten" bir yorum... Sanırsınız ki, 3 Kasım'da bugüne kadar "devleti iyi bilen" zevatı bir daha toparlanamamak üzere baraj suyunun altında bırakan toplum, bütün bu zahmetli işi "devlet geleniğinin" sürdürülebilmesi için gerçekleştirdi!

  • Tezkan'ın Cumhurbaşkanı'nın bugüne kadar görülmemiş bir biçimde "Bakanlar Kurulu" listesiyle oynamasına getirdiği yorum da aynı çizgide: "Herkesin merak ettiği soru şu... Cumhur-başkanı Sezer, bakanlar listesi üzerinde etkili oldu mu? Evet... Örneğin Köşk'e çıkarılan listede Turizm Bakanı olan Erkan Mumcu bir saat yirmi dakika süren görüşmede Milli Eğitim Bakanlığı'na kaydırıldı.. Neden? Milli Eğitim çok hassas bir bakanlık.. Üzerinde çok spekülüsyon yapılabilecek bir bakanlık... Milli Görüş kökenli bir kişinin bu görevi üstlenmesi tedirginlik yaratabilirdi.. Atamalar, kararlar tartışmalı hale gelebilirdi... Sezer, yerinde bir müdahale ile tartışılmayacak bir ismin, Erkan Mumcu'nun bu göreve getirilmesini istedi... Doğru olan da buydu..."

  • Evet, ortada endişe edecek bir durum yok.... ANAP baraj altında kalsa da "ANAP ruhu" iktidarda! Yani ANAP barajı aşsa bile bunu yapamazdı... Her dönüşüm kabulümüz, yeter ki "devlet geleneği" değişmesin! (K.B.)

    'Gül' üzerine çeşitlemeler başlıyor...

    Yeni Başbakan'ın soyadı bizim gazetelere arayıp da bulamadıkları bir imkân sunuyor: Hani şu çokça karşımıza gelen ve artık bıktırıcı bir hal alan "kelime oyunu" yapma imkânı...

    Gazetelerimiz mem-nun, çünkü "Gül" adı haber ya da köşeyazısı başlığı çeşitlemesi yapmaya çok elverişli... Bakalım bu "yetenek" bundan böyle ortaya ne formüller çıkaracak.

    İşte size dün bir bugün iki, bu fasıldan bazı örnekler: "Dolar 'Gül'e oynaya 1 milyon 585 bine indi, borsa 14 bini aştı". (Hürriyet, 19 Kasım)."Kesme gül gitti! Köklü gül geldi!" (Sabah'tan Necati Doğru'nun 19 Kasım tarihli yazısının başlığı.) (K.B.)

    Nedir bu 'özel demeç' saplantısı?

    Bu sayfalarda (19 Kasım), üç büyük gazetenin Ankara temsilcisinin "özel demeç" uğruna Tayyip Erdoğan'ın koltuğunun bitişiğine nasıl sırayla oturduklarını, sonunda Erdoğan'ın hepsine aynı şeyleri söylediğini size aktarmıştık. Yalnız gereksiz değil, gazeteciyi de muhatabını da sıkıntıya sokan "şarkî" bir uygulama... Medeni ülkelerde olduğu gibi, bizde de devlet adamları gazetecilerin sorularını bir defada cevaplasa, uçakta demeç almanın özel bir cazibesi varsa, keza tümünün sorularını cevaplamak üzere karşılarına geçse...

    Diyeceğiz ama, bugünkü Star'ın manşetini görünce onu da diyemiyoruz... Anlaşılıyor ki, Türk gazeteleri böyle bir durumdan bile "özel demeç" üretme yeteneğine sahiptir...

    Bizi iyice çaresiz bırakan Star'ın manşetini aktaralım önce:

    "AK Parti Lideri Erdoğan, Star Ankara Temsilcisi Murat Çelik'le konuştu... KÖŞK DENGELERİ BOZDU... AK Parti lideri Tayyip Erdoğan Madrid'de İspanya Başbakanı Aznar ile buluştu. Ziyaretten sonra Star Ankara Temsilcisi Murat Çelik'le sohbet eden Erdoğan, Sezer'in hükümette yaptığı rötuşlardan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi: 'Sayın Cumhurbaşkanı'nın yaptığı müdahale, bize göre, hükümet içindeki dengeleri bozdu."

    Haber, Erdoğan'ın, "dengelerin neden ve nasıl bozulduğuna" ilişkin sözleriyle devam ediyor. Erdoğan'ın sözlerinin yukarıya aldığımız bölümü ve almadığımız ayrıntıları kelimesi kelimesine öbür gazetelerde de var. Fakat o gazetelerde, bu sözlerin "Star Ankara temsilcisi Murat Çelik'e bir sohbet sırasında" iletildiğine dair bir bilgi yok. Hepsi, "Köşk dengeleri bozdu" ibaresinin "bir grup gazeteciyle sohbet ederken sorulan bir soru üzerine" sarf edildiğini söylüyor bize...

    Bu durumda meselenin nasıl geliştiğini tahmin edebiliriz: Madrid'de Erdoğan'ı izleyen gazeteciler, Erdoğan-Aznar görüşmesi sürerken Ankara'dan gelen "müdahale" haberlerini öğrenirler ve büyük bir sabırsızlıkla AK Parti Genel Başkanı'nın kapalı kapılar ardından çıkıp yanlarına gelmesini beklerler. O kargaşada ilk atılan ve o malûm soruyu ilk soran Murat Çelik olur... Çelik, "merkez"e soruyu ilk kendisinin sorduğunu bildirir ve yazıişleri manşette bunu "sohbet"e çevirir... Valla aklımıza başka bir şey gelmiyor....

    Ya da Erdoğan gerçekten de özel bir sohbet sırasında söylemiştir bunları ve Star dışında kalan bütün gazeteler "özel haber"i yalnız o gazete kaptı diye, bu bilgiyi okurlarından esirgemiştir...

    Ama o kargaşada "özel sohbet"? Bize imkânsız gibi geliyor... (A.G.)

    Ulagay'dan güzel bir yazı...*

    Milliyet'ten Osman Uluagay'ın 18 Kasım tarihli köşesinde yer alan "Yalaka mı oluyorum acaba?" başlıklı yazısı medyamızın son dönüşümüne gerçekten çok yerinde bir "oto-ironi"yle bakan bir yazı. Böyle "yalaka-lık" tabii ki başımız üstüne! "Dönüşüm" ge-çirebilmek tabii ki bir erdem, ah şu "samimi-yet eksikliği" olmasa... "Hiçbir şeyi unutma-dan ve hiçbir şey öğrenmeden yaşayalım" diyen mi var? (K.B.)

    Yalaka mı oluyorum acaba?

    Son günlerde bir şüphe kaplamaya başladı içimi. Ne oluyordu bana? Seçimler öncesinde AKP'nin tek başına iktidar olmasının risklerini vurgularken şimdi "acaba böylesi daha mı iyi oldu, AKP'ye bir şans verilmesi lazım galiba" diye düşünmeye başlamıştım. AKP'nin ve liderinin seçim sonrasındaki performansı da, genelde olumlu etkilemişti beni. Daha seçim gecesi "ilk hedefimiz Avrupa" diyerek Mösyö Giscard D'Estaing gibileri de şaşırtan ve panik içinde tepki vermeye zorlayan Tayyip Erdoğan, bizim Avrupa Birliği düşmanı laik evliyalara unutamayacakları bir ders mi verecekti yoksa? "IMF'yi kovacağız" diyen palavracı takımın yapamayacağını yapıp IMF ile anlamlı bir müzakereye mi girişecekti? Biliyorum böyle şeyleri bir an için düşünmek bile beni AKP yalakalığının sınırına getiriyor, Ramazan günü günaha giriyorum. Yarından tezi yok gidip laiklik genlerimi kontrol ettireceğim. (O.U.)

    * Gene bir internet vakası... Dün,

    Osman Ulagay'ın yazısı, bizim "sunuş"umuz ve Ulagay'ın imzası olmaksızın yayımlandı. İşin doğrusunu bugün yayımlıyoruz. Kusura bakmayın...

  • 20 Kasım 2002
    Çarşamba
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED