T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Sayın Tamer 'Öbür taraf' hemen bitişiğinizde...

Star, dilediği sayfaya sayfa numarası koyan, dilediğine koymayan bir gazete...

Bunu belirtiyoruz, çünkü yeri geldi... Gazetenin belirli bir sayfasında yer alan bir haber ve bir köşe yazısından sizin için bir kolaj derlemek istiyoruz, gene istiyoruz ki sayfa numarasını da söyleyelim, ama yok işte... Çaresiz başa dönüp sayıyoruz, evet, üçüncü sayfa... (Not. Star bugün 7. sayfadan itibaren numaralanmış.)

26 Kasım tarihli Star'ın üçüncü sayfasındayız... Sayfanın soldan altı sütunu yukarıdan aşağıya bir habere, sağdan iki sütunu da Rauf Tamer'in "Öbür taraf" başlıklı köşe yazısına ayrılmış... Bu yazıda değişik bir şey yapacağız, haberden ve köşe yazısından seçtiğimiz bazı bölümleri yan yana getirip yeni bir yazı kuracağız... Okuyup bitirince "ana fikir"in ne olduğunu anlayacaksınız... Başlıyoruz...

Rauf Tamer'in "ÖBÜR TARAF" başlıklı köşe yazısından (bundan sonra 'KÖŞEDEN'): "Gelelim asıl konuya. Türban ve başörtü için gösterdiğimiz duyarlılık, müptezellik için de gösterilmeli. Cumhurbaşkanı'nın cümlesini ona göre uyarlayalım: 'Kamusal alanda müptezellik olmaz...' Evinde ne yaparsan yap... Ama kamusal, kurumsal, toplumsal, hatta lokal mekânlarda, halkın gözüne soka soka, insanlara dayata dayata müptezellik yapılmaz. Rezillik sergilenmez. Pespayelik sunulmaz. İster 'sanat adına' olsun, ister 'magazincilik' diye yutturulsun, ister 'habercilik' kılıfına sokulsun, isterse de 'çağdaşlık' numarasıyla sokuşturulsun, dünya norm'larına aykırı hiçbir âdilik ve bayağılık, marifetmiş gibi önümüze konmaz... Konamaz…"

Rauf Tamer'in yazısının bitişiğindeki "KAYA SAÇIMDAN TUTTU, ELLERİMİ ARKADAN BAĞLADI" başlıklı haberden (bundan sonra 'HABERDEN'): "Kaya Çilingiroğlu'nun tecavüzüne uğradığını iddia eden Reyhan Gökdeniz canlı yayında Reha Muhtar'a konuk oldu. (…) Reha Muhtar 'Ben daha önce tecavüze uğramış üç kişiyle röportaj yaptım. Ama tecavüze uğrayan bu kişilerle hastanede eli yüzü dağılmış şekilde konuştum. Kusura bakmayın ama sizin dışardan gördüğüm kadarıyla böyle bir görünümünüz yok. Solaryumdan mı çıktınız' diye sordu. Gökdeniz bu soruya şöyle yanıt verdi: '(…) Bir bayan istemedik-ten sonra eğer eğer bir ilişki yaşanıyorsa, bu ilişkide morluk ve darbe olması şart değildir…' dedi.

KÖŞEDEN: "Televizyonlarda gördüğümüz sümüklü kızlar. Türkiye'nin Sağlıklı Aile Yapısı'yla oynayamaz... Bir gecelik fanteziler sosyete diye takdim edilemez. 'Efendim, kafanı çevir, o tarafa bakma…' Pekala. Sen de türbanlı'ya bakma. Uzlaşmayı böyle mi sağlayacağız? Bu gidiş, bir felaket. İrtica'nın alternatifi soysuzluk değildir. Tesettür'ün alternatifi pornoculuk hiç değildir…"

HABERDEN: "REHA Muhtar, bu sırada izleyicilerden gelen 'Bir eliyle saçını tutmuş, bir eliyle ellerini. Peki nasıl tecavüz etmiş' sorusunu Gökdeniz'e yöneltti."

KÖŞEDEN: En ulusal değerler çiğnenirken, laikliğin arkasına mı saklanacağız? Bu mudur Cumhuriyetçilik? Hayır. Olamaz."

HABERDEN: "Gökdeniz bu soruya da şu yanıtı verdi: 'Evet... Saçlarımı tuttu ve ellerimi de arkadan bağladı. Bana bu şekilde tecavüz etti. Bu olayı daha ayrıntılı anlatmayacağım…"

KÖŞEDEN: "Dünyanın en utanmaz, en pişkin kızları, bu İstanbul'un simgesi haline gelmiştir... Bize yapılan en büyük taciz budur. Hem de 'kamusal alanlarda.' Son söz: Bu bataklığı kurutmadan, sorunu çözemezsiniz. Çözdük zannedersiniz. Olmaz. Bir tarafı istiskal ederken öbür tarafa iltifat buyurmak, Türk terbiyesiyle asla bağdaşmaz. Tarihimizin, en hafif, en ucuz,en seviyesiz ve cibiliyetsiz devrini yaşamaktayız. Yeter..." (A.G.)

Peki 'KOMPLO' manşeti ne oldu?

Milliyet'te (24 kasım) haber başlığı: "Komplodan aklanan Bural göreve döndü..." Haber, "Örümcek Ağı" operasyonu sırasında ANAP Genel başkanı Mesut Yılmaz ve kardeşi Turgut Yılmaz aleyhine komplo hazırladığı ididasıyla açığa alınan polis müdürünün görevine iade edildiğini bildiriyor bize. Ama, Bural'ın, 14 Mayıs 2002 tarihli Milliyet'teki

"KOMPLO" manşeti üzerine aynı gün görevden alındığından hiç bahis yok. Milliyet'in, habermiş gibi yapan manipülatif operasyonlarından biriydi; gelin biraz daha yakından bakalım...

Mayıs 2002 tarihli Milliyet görülmeye değerdi... Manşette Tuncay Özkan imzalı, dev puntolu bir haber vardı: "KOMPLO..." (Sadece altı harften oluşan tek kelimelik bir başlığın gazetenin tepesine sekiz sütuna yayıldığını gözünüzün önüne getirin...)

İçerik olarak da büyük bir iddiayı taşıyordu o günkü gazetenin manşeti... Tahmin edebileceğiniz gibi, dil "iddia" makamında değildi; keskin ve kesindi... Okuyalım:

"9 yıldır hakkında 600'den fazla arama, yakalama ve mahkûmiyet kararı verilen hükümlünün ifadelerine 'asılsız suçlamalar' eklediler. Bu ifadeler kitap haline getirilip siyasilerin aleyhine kullanılacaktı... Abdurrahman Yakupreisoğlu... Bu ad Türkiye'de siyasi entrikalar olgusuna bambaşka bir boyut getirecek...

"Abdurrahman Yakupreisoğlu 3 Ocak 2001 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü'nde verdiği ve bugüne kadar gizlenen ifadelerinde, hemen her siyasi görüşten ve çevreden kişiyi suçladı. 'Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, kardeşi Turgut Yılmaz, Maliye Bakanı Sümer Oral, DYP İstanbul milletvekili Hayri Kozakçıoğlu, damadı ve kızı, Gelirler Genel Müdürü Akif Hamzaçebi, Gümrük Müsteşarı Nevzat Saygılı, emekli General Veli Küçük, İstanbul Defterdarı Alper Kuş ve onlarca işadamı ile bürokratın bir araya gelerek çete oluşturduklarını, Türkiye'yi soyup soğana çevirdiklerini' aktardı..."

Tuncay Özkan, İzmir'deki sorgu sırasında Yakupreisoğlu'nun ifadesine "asılsız suçlamalar" ekleyip zorla imzalatanları da gene aynı kesin üslubuyla şöyle anlatıyor:

"O dönemde İzmir'de ifadeyi Organize Suçlar Şube Müdürü Şerafettin Bural aldı (halen Ankara Organize Suçlar Şube Müdürü). Bural, ifade alırken Bursa Emniyet Müdürlüğü ekipleri de sorguda hazır bulundular. O dönemde Bursa İl Emniyet Müdürü Sadettin Tantan'ın ekibinden olan Aydın Genç'ti (şu an APK görevlisi). İzmir Emniyet Müdürü Hasan Yücesan idi (halen Ankara Emniyet Müdürü). İzmir Valisi Kemal Nehrozoğlu idi (halen Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri). Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan idi..."

Bu yazıda biz özellikle Şerafettin Bural üzerinde durduğumuz için, Tuncay Özkan'ın haberinden Bural'la ilgili bir bölüm daha aktaralım:

"Yakupreisoğlu, kendisinin anlatmadığı ama zorla imzalatılan ifadelerinin yapılacak olan seçimlerden üç ay önce kitaplaştırılacağını bildirdi. Bu plana göre bazı siyasilerin oy kaybetmesi için böyle bir karar alındığını söyledi. Bu kararın halen Ankara Kaçakçılık ve Organize'den sorumlu polis müdürü Şerafettin Bural tarafından kendisine iletildiğini ve hatta kitap yazımı için kendisine bazı belgelerin verileceğinin de vaat edildiğini aktardı."

Peki Tuncay Özkan nereden biliyordu bütün bunları ve neden yalnızca o biliyordu? Çünkü, Yakupreisoğlu'nun İstanbul Emniyeti'nde, yazdığı haberden birkaç gün önce alınan ifadesini kendi deyişiyle "satır satır" okumuştu ve bu imkân sadece ona sağlanmıştı!

Milliyet'te bu haberin yayımlandığı gün, ANAP'lı İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, Şerafettin Bural'ı açığa aldı...

Tuncay Özkan'ın haberinde çok önemli bir eksiklik vardı: İstanbul Emniyeti'nde Yakupreisoğlu'ndan o ifadeyi alan polis şeflerinin adı yoktu haberde ve bu habercilik açısından olmayacak bir şeydi... Çünkü, Yakupreisoğlu İzmir'de verdiği ifadede sadece Mesut Yılmaz'ı, kardeşini ve başkalarını değil, işte İstanbul'da o ifadeyi alan polis şeflerini de suçlamıştı. Bu polis şefleri İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Müdürü Adil Serdar Saçan ve Mali Suçlar Şube Müdürü Ayhan Mimaroğlu'ydu... Abdurrahman Yakupreisoğlu, bu iki polis şefinin daha sonra "Örümcek Ağı" operasyonunun bir numaralı sanığı haline gelecek olan Erol Maks Kohen'le yakın ilişki içinde olduğunu ve ondan maddi menfaat sağladığını öne sürüyordu. (Daha sonra bizzat Ankara DGM Savcısı Hamza Keleş'in yürüttüğü sorguda iki polis şefi bu "yakınlığı" inkâr etmedi, ilişkiyi köpeklerinin "arkadaş" olmasına bağladı. İkili, bazı uçak biletlerinin Kohen'in şirketi tarafından karşılandığı iddialarını da, "o sırada yanımızda para yoktu, borç aldık" savunmasıyla karşılayacaktı.)

Bu durum, Tuncay Özkan'ın eski gazetesi Radikal'in de dikkatini çekmişti. Radikal'de 15 Mayıs 2002'de yayımlanan bir haberde şöyle deniyordu:

"Siyasi komplo iddiasını ortaya çıkaran İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Adil Serdar Saçan, Şerafettin Bural'ın yönettiği Örümcek Ağı Operasyonu nedeniyle DGM'lik olmuştu. Bu durum Emniyet bürokrasisinde kuşkulu karşılandı. Üst düzey bir yetkili, Saçan ve Bural arasındaki çekişmeye dikkat çekerek; 'Yakupreisoğlu bunları açıklamak için neden iki yıl boyunca beklemiş? Neden mahkemede ya da savcılıkta, benim ifademi zorla değiştirdiler, dememiş? Bunlar incelenmeli' dedi..."

Hikâyemizi sürdürelim: İstanbul Emniyeti'nde, İzmir'deki ifadesini "Ben Mesut Yılmaz'ı, kardeşini, Sümer Oral'ı ve diğerlerini de bilmem. İlişkilerini de bilmem. Ama onlar getirip ifadeye koydular" diyerek inkâr eden Abdurrahman Yakupreisoğlu, emniyetten cezaevine gönderildikten birkaç gün sonra Star gazetesi yazarı Saygı Öztürk'e bir mektup göndererek, "İstanbul'da kendisine işkence yapıldığını, İzmir'deki ifadesini o nedenle dağiştirmek zorunda kaldığını" söyledi.

Ama Tuncay Özkan onun "İzmir Karakolu"nda şaştığına, "İstanbul Karakolu"nda ise doğruyu söylediğine emindi. Ya da: İzmir'deki polisler sanıklara baskı uygulayabilirdi, ama İstanbul'dakiler katiyen uygulamazdı...

Uzatmayalım, konu Saygı Öztürk'le Tuncay Özkan arasında bir-iki hafta süren bir tartışmaya vesile teşkil ettiktan sonra kapandı... Bu arada Tuncay Özkan, İstanbul'daki iki polis şefine, bir gazetecinin asla yapmaması gereken ölçülerde kefil olduğunu belirten bir yazı yazdı. Polislerin kendi itirafları ortada olduğu halde onları şöyle savundu: "Bir linç girişimidir sürüyor. Yolsuzluk ve mafyayla mücadele eden insanlara karşı dünyanın her yerinde bu tür olaylar olur. İftiralar atılır. İyice incelemek gerekir, bir süre sonra mafya ve yolsuzlukla mücadelenin kendisi kokuşur, çürür. Türkiye'de de bunun örnekleri vardır."

Öte yandan, Özkan'ın, İzmir'deki ilk sorguyu alan polis şefi Şerafettin Bural'ın ANAP lideri Mesut Yılmaz ve yakınlarına karşı "siyasi bir komplo" içinde bulunduğundan, Yakupreisoğlu'nun ifadesine "hayali bazı eklemeler" yaparak onları zorla imzalattırdığından hiç kuşkusu yoktu.

Ve neticeyi 24 Kasım tarihli Milliyet'ten alıyoruz: "Komplodan aklanan Bural göreve döndü. (...) Türkiye'nin en büyük hayali ihracat operasyonu olan 'Örümcek Ağı'nı DGM Savcısı Hamza Keleş ile birlikte yürüten Bural, 2 bine yakın şirketin incelemesini yaptı. Örümcek Ağı'nı organize eden Erol Maks Kohen'in yakalanmasının ardından Bural, Mesut Yılmaz ve kardeşi Turgut Yılmaz ile bazı polis müdürleri aleyhine komplo düzenlediği iddiasıyla, soruşturmayı bitiremeden açığa alındı. Eski İçişleri Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in açığa alarak görevden uzaklaştırdığı Bural, 'komplo' iddiasıyla sanık olduğu soruşturmadan da aklandı."

Hadi, bu yazıyı bazı filmlerin sonunda olduğu gibi bitirelim:

Adil Serdar Saçan ve Ayhan Mimaroğlu: Erol Maks Kohen'le ilişkileri açığa çıkmış olmasına rağmen o gün bugündür haklarında açılan soruşturma bir türlü bitirilemeyen iki polis şefi, İçişleri Bakanlığı'nın el değiştirmesinden hemen sonra idari cezalara çarptırıldı. Ayrıca Adil serdar Saçan hakkında "kötü mua-mele" suçundan 8 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı...

Rüştü Kâzım Yücelen: Tuncay Özkan'ın gene Milliyet'te ve gene üç gün süren manşet operasyonunun ardından görevden alınan Sadettin Tantan'ın yerine getirilen ANAP'lı içişleri bakanı, 3 Kasım'dan sonra "sade vatandaş" haline geldi.

Tuncay Özkan: Terfi etti... O şimdi Karamehmet Grubu'nun medya bölümü başkanı... (A.G.)

'Pastırma yazı' bitiyor; Vatanda havalar soğudu bile!

Gazetemiz yazarlarından Ali Bayramoğlu 26 Kasım tarihli yazısını, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın hükümet programında yer alan "Yeni bir anayasa" vaadine getirdiği anlaşılmaz eleştiriden bahisle, şöyle bitiriyordu: "Pastırma yazı bitiyor mu? Bitmiyor ama havalar da soğumaya başlıyor."

Özellikle şu son birkaç gün içinde olup biteni gözden geçirince, "pastırma yazı"nın medya dünyasını da terketmekte olduğunu söylemek yanlış olmaz. "Pastırma yazı"nın medya dünyası cephesinde de "ebediyen" sürmesini tabii ki kimse beklemiyordu; "pastırma yazı" adı üstünde, kısa süreli ve aslında olmaması gereken bir zamana özgü bir yaz... Ama doğrusu bu "yaz"ın sonunun bu derece hızla geleceğini de kimse tahmin etmiyordu. "Kimse" derken bu gruba medyanın kendisi de dahil; daha birkaç gün önce ABD'den örnekler vererek her yeni hükümet için devreye giren "pastırma yazı"nın hakkının en az 100 gün ya da üç ay olduğu söylenmiyor muydu? Üç beş gün içinde ne oldu ne bitti de, "havaalanı"nda yaşanan bir olay bu derece hızla "kamusal alan"a sıçradı?

4 Kasım günü sabahın erken saatlerinden itibaren var gücüyle "Yaşaaa Tayyip Erdoğan yaşaaa! Yaşaaa AK Parti yaşaaa!" marşını seslendiren "Türk medyası korusu"nda ilk çatlak ses Vatan gazetesinin 26 Kasım tarihli sayısından yükselmiş bulunuyor.... Gerçi Vatan'ın bu tarihten geriye doğru birkaç günlük yayını incelendiğinde (mesela gazetenin Bakanlar Kurulu üyelerinin "türbanlı" eşlerinin fotoğraflarıyla oluşturdu o birinci sayfa kolajı!) "koro"nun birlik ve beraberliğinin çok uzun sürmeyeceği kolayca anlaşılıyordu; ama -hakkını teslim etmek gerekir ki- Vatan söz konusu olan sayısında bu yönde gerçekten bir sıçrama yaptı.... İsterseniz, Vatan'da "pastırma yazı"nın bittiği güne işaret eden bu sayıyı analiz etmeden önce, Star gazetesinden Engin Ardıç'ın benzer bir gözlemini aktaralım: " Memlekette şenlikli işler oluyor: Aydın Doğan'ın 'medyası', yeni hükümete yalakalıkta fazla ileri gittiğini hissedip bu işin ortasını bulmaya çalışıyor. Bir yandan cumhurbaşkanıyla meclis başkanını türban konusunda 'sürtüştürüp' şu üç haftadır yadırgattığı ve darılttığı okuyucu kitlesiyle barışmak niyetinde, bir yandan da 'zinde kuvvetlerden' gelebilecek muhtemel bir 'höt' uyarısına karşı, ne olur ne olmaz kıvraklığı içinde... Aydın Bey, 'büyük' gazetesiyle hükümete yaltaklanırken, 'küçük' gazetesiyle de laik kesimi sabunlayıp şişi ve kebabı yakmadan vaziyeti idare çabasında."

Ardıç, manzarayı umumiyyeyi doğrusu pek hoş tasvir etmiş... İşte size bol argolu da olsa güzel bir "medya eleştirisi" örneği! Ardıç'ın belki "darılan" ve "gücenen" okuyucu kitlesine ilişkin tespitlerine itirazımız olabilir. Biz "okuyucu kitlesi"nin darıldığı ya da gücendiğine ihtimal vermiyoruz. Neyse, biz gelelim Ardıç'ın işaret ettiği "büyük" ve "küçük" gazetelere : Biz bu yorumda - eğer yanılmıyorsak- kendisinden "küçük" olarak söz edilen gazetenin Vatan gazetesi olduğu sonucunu çıkardık. Ardıç'ın niyeti bu değilse de biz bunu böyle anlıyoruz! Vatan, gerçekten de, merdivenleri ağır ağır çıkarak 26 Kasım itibariyle, "laik kesimi sabunlamak" gibi bir misyonu gönüllü ve bilinçli olarak üstlenmiş görünüyor.

Haydi şimdi de Vatan'a göz atalım: Gazete (26 kasım) başyazarı Güngör Mengi'nin köşesinde dikkat çektiği bir takım "şüpheler"i manşetine "şifreler" olarak taşımış. Manşet aynen şöyle: "Ne diyorlar, ne kastediyorlar / AKP'nin şifreleri"(!) Ortada ciddi, anlamlı ve bilgi verici bir şey yok tabii ki... Başbaşa verilerek ve epeyce zorlanarak icat edilmiş bir manşet... "Şifreler"inçözülmesinden önce şöyle komik bir hatırlatma da yapılmış: "Bağımsız gazete Vatan kamuoyunu aydınlatmak için bu mesajları tercüme ediyor"(!) Birilerinin "dilini" başkalarına "tercüme" etmekte yıllardır çok ustalar ya! Vatan'ın (bugünlük!) çözdüğü "şifreler" ve "tercümeleri" şöyle:

"Meslek liselerine üniversiteye girişte yapılan haksızlık giderilecek."(1. şifre) / Tercümesi: "İmam Hatip mezun-ları istedikleri üniversiteye girebilecek."

"Üniversiteler yasakların olmadığı özgür bir foruma dönüştürülecek." (2. şifre) / Tercümesi: "Üniversitelerde türban takmak serbest olacak."

"İdari kararlarda devletten atılanlara yargıya gitme hakkı tanınacak." (3. şifre) /Tercümesi: "Yüksek Askeri Şûra kararıyla ordudan atılanlar yargıya gidebilecek."

"Üniversite öğrencilerine bir defaya mahsus af getirilecek." (4. şifre) / Tercümesi: "Türban nedeniyle devamsızlıktan atılanlara af çıkarılacak."

"Dokunulamayan sadece vekiller değil başkaları da var. Hep birlikte ele alacağız." (5. şifre) / Tercümesi: "Dokunulmazlyığı kaldırmayacağız. Kaldırırsak kapsama asker de girecek."

"Şifreler" ve "tercümeleri" işte böyle... Siz de şahitsiniz ki, tamamen masabaşında "ihtiyaçtan" dolayı uydurulan "5. şifre"yi ve tercümesini hariç tutarsak, Vatan'ın bu kadar zahmete katlanmasına hiç mi hiç gerek yokmuş.... "1. şifre" tabii ki, diğer meslek lisesi mezunlarının mağduriyetini de ortadan kaldıran bir biçimde aynen "tercüme"de söylendiği gibi gerçekleşecek... "2. şifre"nin açılımı tabii ki, üniversitelerdeki diğer pek çok "yasak"la birlikte türban yasağının kaldırılmasından ibaret... "3. şifre" tabii ki tercümede işaret edilen kesimi de ilgilendiriyor... "4.şifre"nin türban nedeniyle devamsızlıktan atılanlara af getiriceği de muhakkak... (Ne yani, Vatan'perverler söz konusu öğrencilerin vakitlerini "özel alanlarında" geçirmesine mi taraftarlar!) Görüldüğü gibi, Vatan gazetesi kendisine durduk yere iş icat etmiş! "Tercüme" etme zahmetine katlandığı "şifreler"in ne anlama geldiğini bilmeyen mi var? Millet bu "tercüme" işini Vatan'dan çok önce gerçekleştirdiği için AKP şimdi hükümette....

Yazıyı, bu epeyce "ısmarlama" manşetten hareketle Vatan'a yönelik bir soruyla noktalayalım: İyi güzel de, sizin bu "şifre manşetinizi" nasıl "tercüme" etmek lazım?

Evet ne diyorduk; "pastırma yazı"nın sonu göründü bile.... Bekleyelim, hele AB üyeliğinin bir gereği olarak yeni RTÜK Yasası taslağı da Meclis'e bir gelsin, asıl işte o zaman göreceğiz bakalım bu ülkede vazgeçtik "pastırmalı"sından hakikisinden bile "yaz" diye bir mevsim kalıyor mu? (K.B.)


27 Kasım 2002
Çarşamba
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED