|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan Abdullah Gül'ün ve kuşağının beslendiği ve kimliğinin, entelektüel kişiliğinin büyük ölçüde şekillendiği yer MTTB (Millî Türk Talebe Birliği)'dir. Abdullah Gül, MTTB'nin "yeni dönem"inin ilk kuşağı arasında yer alıyor: 1960'ların kuşağı. Biz ise 1970'lerin kuşağı olmuş oluyoruz. Wallerstein, yaşadığımız çağı "belirsizlikler çağı" olarak tanımlıyor. Ve önümüzdeki 25 yılda yaşanacak gelişmelerin, eğer mevcut değişkenler değişmezse, dünyamızın gelecek 500 yılını belirleyebileceğini söylüyor. Tıpkı Rönesans ve Reformasyon çağlarında yaşanan gelişmelerin 15. yüzyıldan bu yana hemen her şeyimizi belirlemesi gibi. Yine tıpkı Hz. Peygamber'in tarih sahnesine çıkmasından sonra tarihe damgasını vurmaya başlayan İslâm kültürünün, düşüncesinin, sanatının ve medeniyetinin 600'lü yıllardan 1600'lü, 1700'lü yıllara kadar asırlarca hem İslâm dünyasının, hem de Avrupa'nın da dahil olduğu bütün bir Akdeniz Havzası dünyasının kaderinin şekillenmesinde kilit rol oynamayı başarması gibi. Şu an Batı kültürü felsefî bir bunalım yaşıyor: 1830'lu 40'lı yıllardan itibaren her bakımdan hissedilen bir bunalım bu: O yüzden Weber'in seküler / modern Batı uygarlığını "demir kafes"e benzetmesi ve modernliğin insanoğlunu "özgürlük kaybı" ve "anlam krizi" gibi iki esaslı sorunla karşı bıraktığını söylemesi tesadüfî değildir. Çünkü 19. yüzyıl modern Avrupa'yı kuran (ve yıkımının tohumlarını da eken) pozitivist Aydınlanma geleneğine başkaldırı yüzyılıdır: O yüzden Romantizm veya Karşı-Aydınlanma Çağı olarak adlandırılır. 20. yüzyıl ise bunalımlar çağıdır. 19. yüzyılda patlak veren felsefî krizin 20. yüzyılın ilk yarısında Batılılar'ın kendileriyle kapışmalarına; 20. yüzyılın ikinci yarısında ise bu kez dünyayla kavgaya tutuşmalarına, dünyanın kaynaklarını sadece kendi çıkarları için kullanma kavgası vermelerine yol açtığı, geleceği olmayan bir yüzyıldır. 20. yüzyılda Batılılar dünyaya, tüketim toplumunun yanısıra savaş, gözyaşı, sömürü, haksızlıklar ve hukuksuzluklar armağan ettiler. Üstelik de bunu son derece sofistike yöntemlerle ve "maskeli balo"larla yaptılar: Örneğin hukuk yoluyla hukuksuzluğun, adalet söylemleri yoluyla adaletsizliğin hakim kılındığı, özgürlükler ve haklar söylemleri aracılığıyla özgürlüklerin ve en temel varoluş haklarının yok sayıldığı, ayaklar altına alındığı, açlıkla refahın, yoksullukla sefahatin ve sefaletin bu kadar atbaşı gittiği bir insanlık komedyası ve tragedyası yaşanmadı insanlık tarihinde. O yüzden Wallerstein "belirsizlikler çağı" tanımlaması üzerinde çokça kafa yorulması gerekiyor. İnsanlık, insan, doğa ve Tanrı arasında harmonik ilişki kurabilen bir büyük idea'ya (fikre) bir büyük iddia'ya, bir büyük insanlık idealine her zamankinden daha fazla muhtaç şu an. Modern seküler Batı kültürü, Tanrı'yı yeryüzünden uzaklaştırdı; yerine insanı yerleştirdi ve tanrısallaştırdı. Oysa bu, insanlığın tanık olabileceği en trajik şeydi: Her şeyin dengesini bozacak bir yıkımdı. O yüzden Amerika'nın yaşayan tek güçlü kadın düşünürü Marksist kökenli Susan Sontag'ın şu silkeleyici saptaması, bu yıkımı / yokoluşu çok güzel özetliyor: "İnsanın psikolojik olarak dayanabilmesi en zor ve en çetin cinayet, cinayetlerin en büyüğü olan Tanrı'nın öldürülmesidir" (Sontag, Against Interpretation, 1987: 249). Neo-pagan postmodern düşünce ise, relativizmi mutlaklaştırmakta, anlamı buharlaştırmakta, gerçeği sanal sanalı da gerçek diye yutturmakta, dolayısıyla hayatı tam anlamıyla baştan çıkarıcı, uy/uzlaştırıcı kaosların etrafında dönen bir oyun olarak görmekte, tüm insanlığı ayartıcı ve sefih bir tüketim (primitif arzuların, dürtülerin, sahte ve din-dışı kutsallıkların, ikonların) kölesi haline getirip bırakmaktadır: Mestroviç, o yüzden bu toplumu, "duygusuz toplum" olarak tanımlarken son derece haklıdır: Filistin'de, Salvador'da, Çeçenistan'da, Şili'de, Afganistan'da insanlar kitleler halinde katledilirken bütün insanlık bu olup bitenleri sanal ve matrak bir oyunmuş gibi ekranlardan izlemekle yetinmekte; dolayısıyla dünyanın sorunlarına yabancılaşmakta, duyarsızlaşmakta ve sonuçta bu kaotik ortamda varoluş savaşı vermektedir. İnsanoğlunu barışa, kardeşliğe, yardımlaşmaya, paylaşmaya, dayanışmaya sürükleyecek bir büyük idea'ya, bir büyük iddia'ya, bir büyük ideal'e duyduğu ihtiyaç her zamankinden daha fazla. Bu belirsizlikler çağından çıkışın yolunu İslâm gösteriyor: Kutlu Peygamber'in güzel sözünde de telaffuz edildiği gibi bu dünyayı öte'ye, öte'yi de bu dünyaya yok ettirmemek. Batı düşüncesi, bu dünyayı mutlaklaştırarak öte dünyayı hayattan kovarken; Doğu düşüncesi (Hinduizm, Budizm, Taoizm) içsel dünyayı mutlaklaştırıp bu dünyayı başkalarına bırakmış, o yüzden Batılılar tarafından kolaylıkla hadım edilmiş ve tıpkı Latin Amerika ve Afrika kültürleri gibi Batı kültürünün dümdüz edici ve fosilleştirici saldırıları karşısında direncini yitirmiştir. Oysa İslâm iç ve dış dünyayı mezcettiği için hem direnme, hem de varolma ve meydan okuma geliştirebilmektedir. Batılıların İslâm coğrafyası üzerine çullanmalarının nedenleri burada gizlidir. Belirsizlikler çağının aşılması, İslâm'ın ve İslâm dünyasının göstereceği performansa bağlı olacaktır. Soru şu: Biz, Müslümanlar olarak bu dünyaya neler söyleyebiliriz? Bugüne kadar olduğu gibi hep Nesne (tanımlanan, belirlenen, tüketen, parazit) mi olacağız (ki, bu varolamamak demektir); yoksa Özne (tanımlayan, belirleyen, üreten, asalet ve şahsiyet sahibi) olmanın mümkün yollarını mı araştıracağız? Bütün mesele bu: Varolmak ya da varolamamak! MTTB, Abdullah Gül'ün de aralarında bulunduğu kuşağa, hem İslam düşüncesini ve kültürünü, hem Batı düşüncesini ve kültürünü aynı anda öğretmiştir. Ayrıca MTTB, sadece Arap ve Hint-Pakistan altkıtasından gelen düşünürlerin metinleriyle yetinilmediği, başta Necip Fazıl ve Sezai Karakoç olmak üzere Türkiyeli düşünürlerin metinlerinin de kişiliğin ve söylemin şekillendirilmesinde temel kaynaklar arasında yer aldığı bir kültürel ve entelektüel yenilenme, silkinme ve toparlanma mekânı ve imkânı olmuştur. İşte bu imkânın küresel ölçekte yaygınlaştırılıp yaygınlaştırılamayacağını AKP iktidarının göstereceği performans belirleyecektir. 68 kuşağının dünyayı yönettiği dönemler geride kaldı artık; çünkü sol sınıfta veya yarı yolda yaya ve dona kaldı. Bakalım MTTB kuşağı, yakaladığı bu imkânı dünyayı yönetebilecek ve dönüştürebilecek bir birikime dönüştürmeyi başaracak mı? 19. yüzyıl seküler / modern uygarlığa içerden başkaldırı; 20. yüzyıl ise bunalımlar yüzyılı idi. 21. yüzyılı Büyük Doğu/m ve Diriliş çağı yapmak MTTB kuşağına düşüyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |