|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Orgeneral Kılınç'ın sözleri gündeme bomba gibi düştü ve "devletten siyasete tüm bohçalar"ı da gözler önüne serdi. Olup biteni anlatmanın yollarından bir tanesi, belki de bu köşede çıkan yazılardan küçük bir potrupi oluşturmak. Ocak ayının 16'sında şunları yazmışız: "AB'nin taleplerinin ülkeyi böleceğini düşünen, AB yandaşı fikirler beyan etmekle birlikte zımni bir AB karşıtı politika yürüten 'asli güçler' son zamanlarda tüm hesaplarını bu yönde yapıyorlar. AB'ye mesafe koyup, ABD ile yakınlaşma politikası izliyorlar. Bu yakınlaşmadan hareketle AB karşısında pazarlık güçlerinin artacağını düşünüyorlar. Başta Alman think tank'leri olma üzere Avrupa kökenli örgütlere yönelen, devletten basına uzanan organize saldırılar, bunu izleyen AB'yi hedef alan misyonerlik tartışmaları, bunların MGK'dan başlayan üreme biçimleri, bu politikanın içerideki ipuçlarıdır..." Ocak ayının 19'unda bu köşede şunları yazmışız: "11 Eylül sonrası karmaşa Türkiye'yi sanıldığının da ötesinde etkileyecektir. Bu karmaşa içinde, güvenlik-demokrasi makasında tercih edilecek hat, ülke içindeki güç dengelerine bağlıdır. Nitekim, son günlerde atılan bazı adımlar, Kürtçe eğitim dilekçilerine yapılan muamele, 312. ve 159. Maddeler'deki içi boş değişimler, devlet tercihlerinin ne istikamette ilerlediğini göstermektedir. Bu hat, Türkiye'nin yeni jeopolitik konumunu ABD'ye yaklaşıp ABD'nin stratejik ve lojistik ihtiyaçlarını giderecek bir çerçeveye yerleştirerek, AB ile arasına mesafe koyma arayışının hattıdır..." 20 Ocakta ise şu satırlar almış bu köşede: "Ana çatışmaların toplum-siyaset ve devlet üçgeninde değil, devlet içinde şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Değişimi devletin taşıdığı, her zorunlu ve olumlu adımın iki geri adımla telafi edildiği bir evreden geçiyoruz. Zımni devlet politikalarının 28 Şubat'tan kalan bir alışkanlıkla istihbarat kaynaklı psiko-politik kampanyalarla meşrulaştırıldığı bir dönemden geçiyoruz... Devletin duruşu , özellikle AB'ye yaklaşımı ortada: 'AB'ye girmeye evet, ancak AB'nin demokratikleşme taleplerine hayır...' Bu taleplerin ülkeye böleceği takıntısı, devletin garip bir refleksi haline gelmiş durumda. Son gelişmeler bu bölünme takıntısının muhafazakar kamuoyu duyarlılıklarına hitap edilerek yaygınlaştırılması ve meşrulaştırılması çabasına da işaret ediyor..." Şubat ayı içindeki istihbarat bombardımanını, AB ile PKK Kongreleri arasında bağlantı kuran ve manşetleşen bilgi notlarını, ünlü e-mail krizini, Susurluk hükümlüleri üzerinden Güneydoğu sorununu canlı tutma çabalarını, yani ilkel manipülasyon gayretlerini hatırlatmak için alıntıya gerek yok. Bunların tümü belirli bir politika çerçevesinde geliştirilen AB karşıtı büyük taaruzun aşamaları ve parçaları olarak karşımızdadır. MGK Genel Sekreteri Kılınç'ın açıklaması da tam olarak bu gelişmelerin merkezinde yer almaktadır... 1. Kılınç muhtemelen kendiliğinden bir çıkış yapmıştır. Ancak çıkış kendiliğinden de olsa hem ilkesel açısından hem içerik açısından parçası olduğu tüzel kişiliği temsil etmektedir. Bu sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada böyle algılanmaktadır. Nitekim açıklamasının Rusya, İran, Batı televizyonlarında son dakika haberi olarak verilmesi bunun bir kanıtıdır. 2. TSK'nın tavrını ortaya koyan bu açıklamalar şaşırtıcı değildir, yeni de değildir. Ancak bu şekilde dile getirilmesi zımni bir politikayı açığa çıkarmıştır. Daha önemlisi çıkış, AB karşıtı lobinin Perinçek, MHP gibi ileri güçlerine açık bir destek anlamını taşımakta, bu çerçevede politik safları iyice ayrıştırmaktadır. 3. Kılınç'ın çıkışı gerek içerik gerek ilke açısından demokrasi adına hiçbir şekilde kabul edilemez. Söylenenlerin içeriği ne olursa olsun, bunun siyasi yetki ve sorumluluk taşımayan asker bürokrat tarafından ifade edilmesi demokrasi dışıdır, hukuk dışıdır. Bu ülkede yaşayan tüm insanların geleceğini ilgilendiren bu açıklama, yine bu ülkede yapısal bir asker meselesi olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Zira, demokrasi topluma karşı sorumluluk taşımayan kişi ve kurumların o toplumun kaderini belirlemesine karşı duran rejimin adıdır. 4. Buna karşın Genelkurmay Başkanlığı'dan durumu dengeleyici bir açıklama gelmezse, bu gelişme TSK'nın izlemek istediği yolu açan değil, "tıkayan bir işlev" görecektir. Zira İran ve Rusya merkezli, Batı'dan uzak duran bir eğilimin merkez basın, merkez sivil ve ekonomik güçler tarafından destek görmesi mümkün değildir. Şimdi şunu bir kez daha tekrar edelim: Türkiye'nin Orta vadede yürüdüğü yol bellidir. Bu yol, çağdaş normlar düzeni ve AB'ye çıkmaktadır. Hiçbir aktör ve faktör bu yolu tersine çeviremez. Buna karşılık şu anda yaşanan AB karşıtlarının son savunma saldırılarıdır. Bu saldırılar sürecek ve Türkiye tarihindeki en zor birkaç yılı böyle geçirecektir... Bu, Kılınç'ın açıklaması açısından madalyonun bir yüzü... Diğer yüzde ise ilkeler ve asker meselesi, onunla bağıntılı olarak, başka bir ilişkisi meselesi siyasi partiler var. Yarına...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |