T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Zihnî savruluş...

Asker adına yapılan resmi açıklamalarda (Kıvrıkoğlu ve Yaşar Büyükanıt'ın açıklamaları) "jeopolitik zaruret- stratejik tercih" olarak nitelenen AB ile ilişkiler konusunda, yine askeri kanadın zirvelerinden, MGK Genel Sekreteri Org. Tuncer Kılınç'ın "kişisel görüş" sınırlaması ile söylediği "AB bizim ulusal çıkarlarımıza hep olumsuz bakıyor. Yardımcı olmuyor. Bu nedenle de ABD'yi gözardı etmeden, Rusya ve İran'ı da içine alan yeni bir arayış içine girmemizde fayda buluyorum." sözünün anlamı nedir?

Hiç şüphesiz bu sözün asıl önemli kısmı, AB'nin tavrına ilişkin bölümü değil, yeni bir stratejik arayışı ifade eden "ABD'yi gözardı etmeden Rusya ve İran'a açılma " bölümüdür. Aslında "Türkiye'nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur?" konulu gerçekten de önemli bir ihtiyaca tekabül eden bir sempozyumda, "Rusya ve İran'a açılma" da garip durmayabilirdi, o yaklaşımı da önemli kılan bu açılımın "AB'ye alternatif" çerçevesinde öne sürülmesidir?

İster istemez ortaya "Acaba asker AB'ye girmeyi istemiyor, alternatif olarak da Rusya ve İran'a açılmayı mı öngörüyor?" biçiminde bir soru çıkmıştır.

Gelinen noktada gariplikler pek çoktur:

-Bir kere bu söz "kişisel" kaydına rağmen asla "kişisel" olarak algılanmayacak bir sözdür. Çünkü konuşan, bir yönüyle MGK Genel Sekreteridir, yani devletin en üst güvenlik değerlendirme kurumunun üyesidir. MGK Genel Sekreterliğinin Türkiye'de olağanüstü misyonu vardır. Dolayısıyla hemen akla "Neden MGK'da değil de kamuoyu önünde?" gibi sir soru gelmesi kaçınılmazdır. İkincisi üst rütbeli bir askerdir. Üçüncüsü, böyle bir askerin "Genelkurmay Başkanı'nın bilgisi dışında 'kişisel görüş' açıklamayacağı" kolayca tahmin edilebilir. Dördüncüsü, Kılınç Paşa'nın "AB'nin özellikle Türkiye'nin güvenliğine ilişkin tavrı" ile ilgili sözleri, başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere hemen her asker tarafından paylaşılan bir çizgidir, bu yönüyle Rusya ve İran konusundaki değrelendirmelerin de tüm askeri kesim tarafından paylaşıldığı intibaı kolaylıkla edinilebilir. Beşincisi bu sözler, Başbakan'ın, Başbakan Yardımcısı Yılmaz'ın katılmadıklarını açıkça ifade ettikleri bir tavrı yansıtmakta, buna mukabil, diğer Başbakan Yardımcısı Bahçeli'yle paralel düşen sözlerdir. Bu yönüyle, hükümet içi ilişkilerle askeri kesimin ilişkilerini de karman çorman edecek niteliktedir. Altıncısı MGK Genel Sekreterliği'ne gelmiş bir kişi, bu sözlerin diplomatik sonuçlarını ölçebilecek vasıfta olmalıdır. Dolayısıyla nasıl bir gelişmeyi öngörmüştür, bu gelişmenin hasıl olmasını hangi sivil otorite ile değerlendirmiştir? Yani kendisine çok farklı okumalara maruz kalacak böyle bir konuşma görevini kim vermiştir? Ve bir soru daha: Sayın MGK Genel Sekreteri, bu sözlerle gerçek bir stratejik eğilimi mi yansıtmaktadır yoksa AB'ye "Yeni bir dünya kurulur..." cinsinden bir sıkıştırmayı mı? Ve AB'den nasıl bir cevap beklenmektedir? Ve gene sormak lâzım: Bütün bunlar hangi merkezde hesaplanmıştır?

-Yukarda sorduğumuz "Bu sözler gerçek bir stratejik eğilimi mi yansıtmaktadır?" sorusu önemli çünkü, "ABD'yi gözardı etmeden Rusya ve İran'ı da içine alan bir yeni arayış içine girmek" kendi içinde bir çok soru taşıyan bir yaklaşımdır. Hele bu AB'ye alternatif biçiminde ortaya konunca soru daha da çoğalmaktadır. Belki de bütün soruların özünde "Böyle bir arayış sonuç üretir mi?" sorusu vardır. AB'ye tavırlı, ABD ile iyi ilişkiler kurmuş, Rusya ve İran'la AB'ye alternatif olacak kadar iyi ilişkiler içinde Türkiye... Olabilir mi? Keşke Türkiye aslında potansiyel olarak varolan böylesine çeşitli bir ilişkiler ağını oluşturabilse... Ama o noktada mıyız? Her şeyden önce ABD ile gerilimli ilişkilerini AB ve Rusya ile dengelemeye çalışan İran'ın durduğu nokta ile çelişmeyecek mi bu? Sonra Türkiye ABD'nin bölgeye ilişkin hesaplarından ne kadar emindir? Sonra Türkiye, İsrail'in kanlı politikalarına destek veren ABD çizgisi ile nereye kadar birlikte yürüyebilir? Sonra Rusya'nın Kafkasya, Ortadoğu, Orta Asya politikaları ile ne kadar uyuşulabilir? Bir stratejik değerlendirmede bir dünya soru çıkıyor ortaya... Yani ayaküstü bir sempozyumda MGK Genel Sekreteri ünvanı içinde ifade edilemeyecek kadar girift ilişkiler söz konusu...

-Aslında Kılınç Paşa'nın sözleri çok ciddi bir sancının yansımasıdır. Belli ki hem ABD hem de AB, Türkiye'nin güvenlik problemlerini yeterince ciddiye almamaktadır. Hatta daha ötesine geçip, Türkiye güvenliğini tehlikeye sokacak projelere destek vermektedir. Buna mukabil, hem Türkiye-ABD, hem Türkiye-AB ilişkileri olmazsa olmaz bir noktada bulunmaktadır. ABD ve AB açısından da Türkiye, vazgeçilmez bir stratejik ilişki odağıdır. Gel gör ki, ilişkiler sağlıklı yürümüyor. İşin garibi Türkiye, "Batılılışma süreci" içinde, kimi zaman mecburiyetler, kimi zaman da bilinçsiz tutkular sonucu, ABD ve AB ile ilişkileri dengeleyecek bir ilişkiler yumağı oluşturamamıştır. İş sonunda "Biz Amerika ile birlikte olunca bölgede başka kimseye ihtiyacımız olmaz, herkese mesafeli davranabiliriz" yollu bir efelenmeden "Barış kuşağı" gerçekçiliğine gelmiştir. "Barış kuşağı" oluşturmak bir zaruret, ama henüz oluşmamış barış kuşağından yola çıkarak başka odaklara meydan okuyucu bir tavır geliştirmek pek de diplomatça bir görüntü vermiyor. İş sonunda varıp "Baba bir hırsız tuttum" çaresizliğine dayanıyor.

-Burada Erbakan'ın D-8 arayışını anmamak olmaz. Erbakan tam da, hatta belki daha gerçekçi bir zeminde, Kılınç Paşa'nın seslendirdiği açılımın peşindeydi. Ama hem biz yedik onu, hem de o projeden kuşkulanan dünya güçleri... Burada, Kılınç Paşa'nın da değerlendireceği ibretlik bir konu da var. Onu da anlatmalıyız. Bana Abdullah Gül anlatmıştı: Erbakan Hoca, Batılı diplomatik temsilcileri Başbakanlık'ta topluyor ve D-8'i anlatıyor. Bir yerde şöyle diyor:

"-Bu proje sayesinde yeni bir Yalta gerçekleşecek."

Abdullah Gül "Bu sözler, bomba gibi düşmüştü toplantı salonuna ve diplomatlar hayretle bakmışlardı birbirlerinin gözlerine..." demişti anlatırken...

Belli ki Türkiye'nin önünde hep, Batı'nın Türkiye'ye yönelik hesaplarını dengeleyecek bir ilişkiler alanı bulundurmak zarureti vardır. İnönü'nün "Yeni bir dünya kurulur" sözü de o zaruretle söylenmişti, Erbakan'ın D-8 arayışı da o istikamette bir ete-kemiğe büründürme çabasıydı, bugün Kılınç Paşa'nın çağrısı da o yönde bir asker arayışıdır.

-Ortada devlet yönetimi adına bir zihni savruluş yaşandığını itiraf etmek lâzım. Başbakan, yardımcılar, Dışişleri, MGK, askeri kesim ve yüzde 78'lerde AB'den yana halk oyu... Hükümet içinde karmaşa, askeri kesim içinde karmaşa... Türkiye'de hasrete dönüşen demokratik standart arayışı, insan hakları, hukuk devleti talebi, ülke güvenliği ile insan hakları arasında tercih tıkanması... Her şey birbirine girmiş durumda...

-Türkiye Osmanlı'dan, hatta Türklerin Anadolu'ya ayak basmasından bu yana Avrupa ile ilişki içinde... "Batılılaşma" ayrı bir renk taşıyor bu ilişkide, ama ilişkisiz zaman yok. Türkiye'nin Avrupa'da "düşmanları" olduğu zamanda bile "dostları" mutlaka oldu. Bugün de ilişki olacak. Bundan kaçınılmaz. Ve tüm Avrupa'yı "düşman" diye tanımlayan bir ilişki reel değil. Sürdürülebilir değil. Avrupa'nın Türkiye'nin güvenliğine yönelik densizliklerini önlemekse, evet, bu şart, ama ilişkileri mutlak düşmanlık çerçevesine oturtmak, makul de değil, sürdürülebilir de değil.


9 Mart 2002
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED