|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Washington'da 'en öncelikli konu'nun -şu sıralarda Irak değil, Filistin-İsrail ekseninde yaşanan gelişmeler, bir başka deyimle Filistin-İsrail Savaşı olduğunu yazmıştım. Elbette, Ortadoğu'nun o 'ekseni'ndeki gelişmeler, 'Irak konusu'nu gayet yakından etkileyecek özellikler taşıyor. Ortaya çıkan 'Suudi barış planı' da, görünmeyen yönüyle, 'Irak konusu' ile irtibatlı. Benim Washington günlerim, Amerika'nın Ariel Sharon'un bölgeyi dolu dizgin büyük çatışmalara götüren politikasına karşı yerinden oynadığı bir zaman dilimine denk geldi. İki gün önce Thomas Friedman'la konuşmamızı nakletmiş ve Anthony Zinni'nin bölgeye gönderilmek üzere olduğunu yazmış, Amerika'nın bölgede 'yeniden görünmeye' mecbur kaldığını ima etmiştim Yazı yayımlandıktan 24 saat sonra, George W. Bush, Zinni'nin tekrar bölgeye gideceğini açıkladı. Türkiye'nin, Washington'un, dolayısıyla 'uluslararası politika'nın 'birinci gündem maddesi' ile pek ilgilenmediğini, meraklıları dışında okurların da bu konulara özellikle takılmadıklarının farkındayım. Türkiye'nin AB konusundaki 'iç savaşı' şu anda ön planda. Ancak, 'uluslararası politika'nın şu ara 'bir numaralı gündem maddesi'nin, dünya, bölge ve Irak'la ilgisi nedeniyle Türkiye'yi farkında olmasa da, Türkiye'yi etkileme gücü bulunduğunu bir kenara kaydedin. Bu konuya döneceğiz… Amerika'nın, Filistin-İsrail ekseninde zembereğinden boşanan gelişmelere el atması, söz konusu gelişmelerin Amerika'nın çıkarlarını tehdit edecek noktaya yaklaşmasıyla ilgili olduğu açık. Ayrıca, Filistin-İsrail çatışmasının aldığı boyutlar, 'Irak'a harekat' yanlısı olan kesimlerin de hesaplarını bozuyor. Paul Wolfowitz'e, aslında kendisinin ve birçoklarının farkında olup, açıkça dillendirmediği 'gerçeği' söyledim: Filistin-İsrail eksenindeki durum 'stabilize' olmadan, Irak'a karşı harekat yapılamaz. Nedeni basit: İsrail askeri makinası, -hangi gerekçenin altına sığınarak yapılıyor olsa da- her gün Filistin halkının üzerine bomba yağdırır, evlerini başına yıkarken ve tüm bölge İsrail'in bu azgınlığının Amerikan 'yeşil ışığı' sayesinde gerçekleştiğini algılarken; Irak'a karşı girişilecek bir askeri harekat, bu kez 'Amerikalı Sharon'un bir başka Arap-Müslüman halkına saldırısı olarak görülecek. Irak halkını, bir zalim diktatörlükten kurtarma iddiası havada kalır. Halka karşı bir Amerikan saldırısı olarak algılanır. Filistin-İsrail ekseninde manzara bu iken, Irak'a karşı girişilecek bir Amerikan askeri harekatının 'moralist meşruiyeti' olamaz… Washington'da son günlerde meydana gelen hafif kımıldama ve tavır değişikliği alametlerini, bu bakış açısını paylaşma noktasına gelmiş olmasıyla açıklamak söz konusu değil. Ancak, bunun, Amerikan siyasi karar vericisinin 'bilinçaltı'nda yerleşmeye başladığı sezilebiliyor. New York Times'ın bölgedeki muhabiri James Bennet, gayet isabetle 'sahadan' şu tespiti yapıyor: "Hiçbir ölçüdeki diplomasi buradaki çatışmanın iki halk arasında bir hesaplaşma noktasına gelip dayandığını uzun süre gizleyemez: Kaybedecekleri hiçbirşey olmayan Filistinliler ve herşeylerini kaybedeceklerini hisseden İsrailliler." Bu yüzden, Zinni ile temsil edilecek Amerikan diplomasisinin, Amerikan pozisyonunda radikal bir değişiklik olmadan kısa sürede sonuç alabilmesi çok kolay gözükmüyor. Ayrıca, tarafların pozisyonlarında esneklik marjı çok ama çok daralmış durumda. Zaten 'aşırı sağcı' sayılan Sharon, kendi sağının baskısı altında. Yedioth Aharanoth gazetesinde yer alan İsrail hükümetinin toplantısındaki tartışma çok şeyi anlatıyor olmalı; Altyapı Bakanı Avigdor Lieberman konuşuyor: "Filistinlilere şu hususun bildirilmesini öneriyorum: Eğer 24 saat içinde terörist faaliyeti durdurmazsanız şu adımları atacağız: Sabah 8'de Judea, Samaria (Batı Şeria) ve Gazze'deki tüm ticari merkezleri bombalayacağız. Tabii ki bunu onlara önceden haber vereceğiz ki, herkes evine çekilsin. Saat 12'de benzinliklerini bombalayacağız. Bunu önceden ilan etmiş olacağız tabii ki. Saat 2'de bütün bankaları bombalayacağız…" Sözün burasında Dışişleri Bakanı Şimon Peres söze karışıyor: "Saat 6'da Lahey'deki Uluslararası (Savaş Suçları) Mahkeme'den davetiye alacaksın!" İsrail hükümetinde bu kafada insanlar var. Lieberman'a göre 'ılımlı' sayılan Başbakan Sharon ise kendisini arkalayan Bush'u dahi harekete geçmeye mecbur eden bir açıklama yapmış ve "Ne kadar Filistinli öldürürsek, onları o kadar barış masasına oturmaya zorlamış oluruz" demişti. İşin zorluğu, başta Yasir Arafat, Filistinlilerin ölümün kendilerini etkilemeyeceği, tersine tercih edilebileceği bir ruh haletine gelip dayanmış olmaları. El-Fetih'in yeni kuşak lideri sayılan Mervan Barghuti, İsrail askerlerine saldırı çağrısında bulunuyor. Bu saldırılar başladı. Ve, El-Fetih, bayrağı Hamas ve İslami Cihad'dan aldı. İntihar saldırıları dahil, son saldırıların tümünün altında Fetih'in uzantısı olduğu bilinen 'El Aksa Tugayları'nın imzası var. Barghuti, Ramallah'ta James Bennet'e, "Fetih, bu saldırılarla eski gücünü kazandı. Artık Hamas ve İslami Cihad bitti. Fetih'in siyasi gücünü kazanması, artık İsrail ile bir anlaşmayı zorlayabileceği ve işgalin kaldırılması zemininde sağlanacak bir anlaşmayı uygulayabilecek bir konuma gelmesi demek. Hamas'ın popülaritesi geçen yıl Fetih'in bunu kaybetmesi sonucunda güçlenmişti. Şimdi bunu geri aldık. Tarihi bir anlaşmayı zayıf bir örgütün koruyup uygulayabileceğini düşünebilir misiniz?" Washington'daki İsrail lobisi AIPEC'in görüştüğüm bazı unsurları da, son gelişmelerin Arafat'ı güçlendirdiğinin farkındalar. "Sharon, Arafat'ı tutuklu hale getirerek ve şiddetin tırmanmasına yol açan politikasıyla, bundan bir ay önce tüm Filistinlilerin eleştirdiği ve liderliğini tartıştığı Arafat'ı yeniden kahraman haline getirdi. İşin içinden çıkılamıyor. Arafat'ı bıraksa, tıpkı 1982'de olduğu gibi elini kolunu sallaya sallaya yine kahraman olarak çıkıp gidecek. Bu durumun devamının ise çıkışı yok" diyorlar. S.Arabistan Veliaht Prensi (fiili Kralı) Abdullah'ın 'barış planı' tam bu çerçevenin içine giriyor. Bu durum böyle devam ettikçe, Suudi Arabistan'ın ve tüm Körfez'in Saddam'a karşı bir harekatı desteklemesine imkan yok. Barış planı gündeme alınırsa, S.Arabistan, Amerika ile sarsılan ilişkilerini perçinleyecek ve Irak'a 'askeri harekat' yolu da kendiliğinden açılır hale gelecek. Görülebileceği gibi 'Irak konusu', Ortadoğu ihtilafı ve Körfez boyutuyla, Türkiye ve kuzey boyutundan daha ziyade irtibatlı. Buna bir yandan, el altından yürütüldüğü söylenen Amerika-İran temasını ekleyin. Bütün bunların anlamı, Türkiye'nin bölgedeki ağırlığının görece olarak azalmakta bulunduğu. Dahası, 'İsrail'in yedek gücü' görüntüsünden ötürü, 'mevcut dinamikler'e dahil olamadan sonucu kendisini etkileyecek gelişmelere müdahale edemeyecek bir konumda şaşkın nazarlarla kıyıda kalmaya mahkum olacağı. Burnunun ötesine hükmü geçmeyen bir Türkiye, bir de AB kapılarına bubi tuzağı bağlıyor. 'Jeopolitik alternatif' arayışı ise 'Amerika'yı gözardı etmeden Rusya ve İran'a yönelmek' imiş… Allah akıl-fikir versin.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |