|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Erek" cumhurbaşkanı Sezer'in en çok kullandığı kelimeler (sözcükler demeliydim) arasında. "Ulusal ereğimiz, temel ereğimiz, vazgeçilmez ereğimiz, erek çağdaşlaşmaktır" gibi terkipler-bileşimler içinde sık sık kullanıyor bu sözcüğü sayın Cumhurbaşkanı... Arı Türkçe üzerinde son derece duyarlı-hassas. Acaba (acaba "acaba" için ne kullanıyorlar?) "Cumhurbaşkanı" sözcüğü için tercih (?) ettikleri bir arı Türkçe sözcük var mıdır? Ahmet Necdet Sezer... İşte size bir isim (?) ve üçte ikisi Milli (?) Eğitim Bakanının "Yabancı kökenli" diye nitelediği türden... Ne yapmalı bu kişi adlarını? Hasan, Hüseyin, Mehmet, Bülent, Rahşan, Ali, Ayşe, Beyza, Büşra, Mustafa, Kemal... Bunların hepsi yabancı kökenli!!! Bir isim tashihi (düzeltmesi) devrimine ne dersiniz? Denir ki sokak isimlerinin en çok değiştiği ülkeler, sık sık devrim yapılan ülkelerdir. Biz de sokak isimleri yanında insan isimlerini de değiştiririz devrimcilğimizi ispat (?) etmek için... Sayın Cumhurbaşkanı eşi bulunmaz bir arı dilci... "Erek" deyince "Gaye"yi, "Hedef"i, hatta gene bir arı dil ürünü olan "Amaç"ı bile defterden sildiklerine üzülmüyor olmalılar. Demek ki bir "dil zenginliği" sorunları yok! Varsın azalsın kelimeler (?), dert mi? Bir ülke Cumhurbaşkanının bu kadar "dilde devrim yanlısı" olmasına alışkın değiliz anlaşılan ki, sayın Sezer'in her "erek, koşut..." demesinde garip (?) bir ürperti duyuyoruz. Milli Eğitim Bakanı durmadan genelge yayınlıyor. Kelimeler için "kara listeler" hazırlayıp gönderiyor okullara... "Şu şu kelimelerin ipini çekin!" İstiklal, hürriyet, hür, hilal, izmihlal, şüheda, vatan, helal" gibi kelimeler (?) de var "kara liste" içinde... Haklı olarak İstiklal Marşımızın derdine düştük... Bakanlık Marşı önce anlaşılmaz metin haline getirip, sonra da... Türkiye'de "devrim çizgisi" İstiklal Marşı'nı Onuncu Yıl Marşı kadar coşkulu okumadı. Bu tavra bakınca sanki kerhen (bu kelime de ne yazık ki yabancı) bir okuma söz konusu gibi geliyor insana... Sanki İstiklal Marşı Türkiye'nin laikleştirilemeyen yönü gibi algılanıyor kimi çevrelerde... Sistemin ruhuna aykırı bir marşı, milyonlarca öğrenci yüreğini patlatırcasına seslendiriyor her Pazartesi ve Cuma!!! Nasıl olur bu iş? Hem de 28 Şubat gibi bir süreçten sonra... Hayret, şu "Cuma" kelimesi de yabancı!!! Taa Kur'an'dan çıkmış gelmiş, dilimize girmiş... "Dilde laikleşme..." diye tanımladı olan biteni taa eskilerde Attila İlhan... Olur muymuş, olurmuş! Ahlak yerine tüze, akıl yerine us, hukuk yerine töze, ruh yerine tin, ruhi yerine tinsel, millet yerine ulus, milletvekili yerine saylav... Ahlak'ta dini bir öz var ne de olsa... millet'te de öyle... ruh olduğu gibi kalırsa nasıl laikleşilebilir? Gelin görün ki 75 yılda arındırılamamış dil, "din kökenli" sözcüklerden... Ya da başka biçimde söylersek tasfiye (?) edilememiş bu kelimeler... Acaba "arındırma", "tasfiye"nin yerini tutuyor mu diye sorgulamayı aklınızdan (usunuzdan demeliydim) geçirmeyin. İnsanların isimlerinde bile pat diye çıkıveriyor ortaya... Ruhumuza işlemiş din... Ne yapmalı? Acaba "din" yerine ne diyordu sayın Cumhurbaşkanımız? Bazan kendime şaşırıp kalıyorum. Dil konusunda tam bir hercümerç içindeyim. Çocuklara konuşurken başka halkla (alın size işte, arada geçmeye çalışan bir kelime daha, neydi "halk"ın arı dilcesi?) yüzyüze geldiğimizde başka kelimeler arıyorum meramımı (?) anlatabilmek için... Türkiye "olanak" kelimesini Ecevit'in vurguları ile tanımıştı. Anlaşılan "Erek" kelimesini de sezer'in vurgularıyla dilimize kazandırmış olacağız. Şimdilerde Ecevit'in diline sanki farkında olmaksızın tek tük tasfiyeden kurtulmuş kelime giriyor. İnsan bu yaşlarda ilk öğrendiklerine gidermiş, onları daha çok hatırlarmış. Acaba Ecevit'in dilindeki kelimeler de öyle mi? Bir de tasfiyenin tasfiyesi var. Siz silmeye yol açtığınızda, birileri de gelip sizi siliyor. Bir gün bakıyorsunuz, kendi çağınızda yabancılaşmışsınız. "Amaç"ın "Erek" karşısındaki dramı bu. Geçenlerde Hadi Uluengin, dil üzerine yazdığı gerçekten güzel yazılarda Umberto Eco'nun "Gülün Adı" romanının dini terimlerden soyutlanarak tercüme edilemeyeceğini, bu yöndeki çalışmaların da romanın canına okumak anlamına geldiğini yazdı. Batı'da laik psikiyatristlerin dindar hastaların sorunlarını anlamakta zorlandıklarına ve konuya vakıf (?) psikiyatristlerle yardımlaştıklarına dair bir yazı okumuştum. 1000 yılı İslam'la yoğrulmuş, kütüphaneleri (acaba betikevi mi?) bu kültür içinde verilmiş eserlerle dolu bir toplumun dilinden "din menşe'li" (kökenli demeliydim) sözcükleri çıkarmaya kalkışıyorsunuz. Bu ne toplumu, ne dini, ne kültürü, ne de dilin kanunlarını (yasalarını), hatta ne de devrimi biliyorsunuz anlamına geliyor. Yazı içinde kelimelerin menşe'i konusundaki tereddütten (tereddüt-?) dolayı kaç tane soru işareti (işaret-?) koydum bilmiyorum. Bu yazıyı sayın Cumhurbaşkanına veya Bakan Bostancıoğlu'na versem, eminim dil konusundaki danışmanlarına verir, "icabına bak" derlerdi... Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya, son zamanlarında kitaplarını böyle "dilci operasyonu"ndan geçirtirmiş zamaneye uymak için... Ahmet Necdet Sezer'i Bostancıoğlu'na verseniz, ilk iki ismin üzerine çizgi çekerdi mutlaka... Metin Bostancıoğlu'nu, eskinin Bostancıbaşılarına verseniz, "Metin"i ve "Bostan"ı biçerdi hiç şüphesiz. (şüphe-?) Çünkü bu iki kelime de "yabancı kökenli!" Hazreti Ömer, Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.)'i öldürmeye giderken yolda birisi ile karşılaşıyor, o kişi Ömer'e "Sen Muhammed'den önce kız kardeşin ve eniştene git, çünkü onlar da Müslüman oldular" diyor. Tıpkı onun gibi, Bostancıoğlu, İstiklal Marşının dil zeminini kazımaya gitmeden önce, kendi isminde bir kazıma eylemi gerçekleştirmeli... İşin latife (?) yanları şüphesiz var ama, vehamet (?) tarafı (?) çok daha ağır basıyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |