|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç ile Genelkurmay'ın 'bakış açıları'nın 'temelde' ya da 'özde' birbirlerinden farklı olmadığını anlatmak için, kimi emekli diplomatlar ile 'muvazzaf gazeteciler' seferber olmuş durumdalar. Doğru. Özde bir farklılık yok. Olması için bir sebep de yok. Sorun, sadece MGK Genel Sekreteri sıfatı ve Orgeneral rütbesi taşıyan bir devlet görevlisinin, bir 'akademik ortam'da niyetini aşan ve niyetinden farklı bir biçimde anlaşılmasına yol açan 'talihsiz' bir beyanından ibaret değil. Kılınç'ın taşıdığı sıfatların, bu konularda kendisine kamusal mekanlarda –bunlar 'akademik' de olsalar– açıklama yapma hakkı tanımadığını dün belirtmiştik. Ancak bu 'kısıtlama', demokrasilerde sadece Kılınç'ın konumunda olanlar için değil, Genelkurmay'ın kendisi için de söz konusudur. İşin özü kadar ve hatta ondan da önemli bu 'şekil' yönünden, 'özü'ne geçersek; yanlışlık o yönde de mevcut. Genelkurmay'ın 'AB'ye bakışı'nın 'özeti'ni bir kez daha tekrarlayalım: - AB, Türkiye'nin ulusal hassasiyetleri ve çıkarları konusunda yeterince hassasiyet göstermeli. - Türkiye'nin AB üyeliğine kayıtsız şartsız teslimiyetçilikle değil, eşit zeminde onurlu birliktelik olarak bakılmalı. - Bununla birlikte, Türkiye'nin çıkarları NATO, AGİT, AB üyeliğindedir, bu bir 'jeopolitik zorunluluk'tur. İşte 'sakatlık' tam da bu AB ve 'jeopolitik zorunluluk' irtibatında başlıyor. Çünkü, belkemiği bir 'askeri güvenlik' sistemi olan ve bu çerçevede bir 'jeopolitik zorunluluk' gibi algılanması mümkün bulunan NATO'dan ve hatta AGİT'ten (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) farklı olarak AB, 'öncelikle' ve 'esas olarak' bir 'değerler sistemi'dir. Yani, eğer Türkiye'nin AB üyeliğini hedef alacaksanız, o takdirde, 'AB, bir değerler sistemi zorunluluğudur' demek zorundasınızdır. Bunu dediğiniz takdirde, 'AB konusu bir kez değerlendirilmiş, karara bağlanmış ve emir verilmiştir' diyemezsiniz; zira AB'nin 'olmazsa olmaz' niteliği taşıyan 'değerler sistemi', üye ya da aday üye herhangi bir ülkede silahlı kuvvetlerin bu tür bir 'siyasi tercih konusu'nda, askerin 'değerlendirmesini, karara bağlamasını, emir vermesini' menediyor. Dolasıyıyla, AB bir 'jeopolitik zorunluluk' olmayıp, bir 'değerler sistemi' benimsenmesiyle ilgili bulunduğu için, 'AB, Türkiye'nin ulusal hassasiyetleri ve çıkarları konusunda yeterince hassasiyet göstermeli' ve 'Türkiye'nin AB üyeliğine kayıtsız şartsız teslimiyetçilikle değil, eşit zeminde onurlu birliktelik olarak bakılmalı' demenin de anlamı yoktur. Çünkü, herhangi bir ülkenin (ve tabii bu arada Türkiye'nin) AB üyeliği için, böyle 'söylemler' yoktur ve zaten olamaz. Neden mi? Şöyle: Bir kere herhangi bir ülke AB'ye istese de üye olamaz. Örneğin, İran'dan başlayarak Asya ülkeleri, Kuzey Afrika'nın Arap ülkeleri, sözgelimi siyah Afrika, Güney Amerika ve hatta ekonomileri çok gelişmiş olan Pasifik kaplanları, isteseler de AB üyesi olamaz. AB üyeliği, öncelikle bir 'ortak coğrafya'yı gerektiriyor. Ancak, 'ortak coğrafya' yeterli olsaydı, Soğuk Savaş döneminde isteyen Doğu ve Orta Avrupa ülkesine kapılar açık olurdu. Oysa öyle değil. Bu bakımdan, 'ortak coğrafya' üzerine esas olan 'ortak değerler'. Ve, bu 'değerler', en kestirme ve ortalama ifadesini 'Kopenhag siyasi kriterleri'nde (1993) bulmuş durumdalar. Bu 'değerler'i paylaşmak istiyorsanız, 'kayıtsız şartsız teslimiyetçilik', 'onurlu birliktelik' gibi polemik ve demagoji malzemesi olmaktan öteye anlam içermeycek sözleri bir yana bırakmak ve 'Kopenhag siyasi kriterleri'nde ifadesini bulan 'ortak değerler'de 'buluşmak' zorundasınız. Bu 'buluşma'nın 'objektif gerçekliği'; kendiliğinden, 'teslimiyetçilik' ve 'onurlu birliktelik' ve de 'ulusal hassasiyetlere saygı' gibi hayli 'sübjektif kavramlar'ı devreden çıkarır. Bu konuda yeterince zihin açıklığına sahip olmamak, askerlerin kabahati. Bunca zamandır çevrelerine, Harp Akademileri toplantılarında mikrofon verdikleri yeminli AB düşmanlarını doldururlarsa, onlarla aynı 'kavramlar'ı paylaşır hale gelirler. AB karşıtları da, bunun karşılığında, güçlerini askerlerden aldıklarını, sağa sola yayarlar. Karen Fogg'un e-mailleri kanunsuzluğunda ve diplomatik rezaletinde, konunun Türkiye'yi dış dünyada itibarsızlığa sürükleyen ve sıkıntıya sokan bu yanlarını gözardı edip, söz konusu yasadışılığa arka çıkanlar, AB karşıtları değiller mi; Harp Akademileri'nin itibarlı konuşmacıları ve panel yöneticileri bunların arasından çıkmıyor mu? Sorun, o yüzden 'Tuncer Kılınç'ın kişisel 'akademik' görüşleri' değildir. Daha geniş bir çerçevede görülmek durumundadır. Türkiye'nin AB perspektiflerinin, elbette 'jeopolitik yönü' vardır. Fakat, 'Kılınç'lı AB tartışması' ile birlikte, 'ABD'yi gözardı etmeden Rusya ve İran'la işbirliği' önermesine 'derin bir jeopolitik ve stratejik anlam' atfeden yorumlarda, 'asker'in 'asıl jeopolitik tercihi'ne dikkatler çekilmek isteniyor. 'AB'ye karşı Amerika-İsrail' seçeneğinden; Orta Asya ve Hazar petrol havzalarının önemi zemininde; 'ABD-Türkiye-Rusya-İran' senaryolarına varan 'yeni jeopolitik değerlendirmeler'e ilişkin mürekkep harcanıyor. Bütün bunların, 'askerler'in de zihninde bulunduğundan haberdarız. Ne var ki, bunların askerlerin zihninde yer alması, 'isabetleri'ne işaret etmiyor. Örneğin, 'AB'ye karşı Amerika-İsrail' seçeneğinin, tam bir 'çatışma' hatta 'kıyamet senaryosu'na dayanmaktan başka şansı yoktur. İsrail'in Filistinlilere karşı uygulayacağı 'tehcir' ya da 'soykırım' politikası hedefine ulaştığı takdirde, böyle bir 'seçenek' tutabilir. Ama bunun tutması imkansız. Çünkü bir noktada 'Filistin unsuru' denkleme girecekse, -ki girmek zorunda ve ABD de bunu reddedemiyor ve reddetmiyor- o zaman AB de, Ortadoğu denklemine girecek demektir. Dolayısıyla, Türkiye için böyle bir seçenek yoktur. Böyle bir seçeneğin, Türkiye için geçerliliği yoktur. Ne kaldı geriye? Önceki gün Enis Berberoğlu'nun Radikal'de dikkat çektiği konunun 'enerji jeopolitiği' boyutu. Aynı vurgu dün Hürriyet'te emekli büyükelçi Taner Baytok'un 'Kılınç Paşa yanlış mı konuştu?' başlıklı yazısında dile getirdi. Baytok, 'doğru konuştuğu' hükmüne vararak, 'Rusya ve İran'ı içine alacak Türkiye-ABD projesi sofistike bir opsiyon olduğundan, maalesef birçoklarımız tarafından anlaşılamamıştır' diye açıklamanın 'anlamı'na 'derinlik' katıyor. Hayır, birçoklarımız tarafından gayet iyi anlaşılmıştır. Ne var ki, bu 'proje' yanlıştır, geçersizdir ve birşey değilse 'sofistike' değildir. Niye mi öyle? Enine boyuna ele almak için, yarına.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |