T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Yeni imparatorluk, güç ilişkileri ve siyasal değerler

Dünya tarihini bir bakımdan "pax"ların tarihi olarak okuyabiliriz. Belli bir devletin öncülüğünde, dünya üzerindeki siyasi kompozisyonun şekillendirildiği ve bir şekilde "pax"ın (barışın) temin edildiği dönemler, çok önemli dönemeçleridir siyasi tarihin. "Pax Romana", "Pax Ottoman", "Pax Biritish" ve "Pax Americana" dünya siyasi tarihinin en meşhur dönemlerinin adlarıdır. Yani, dünya tarihinin, belli bir zaman diliminde belli bir "pax"ın varolup olmamasına göre yapılması gereken bir okunma biçimi de vardır.

11 Eylül'e kadar dünya üzerindeki "siyasal nizam"ı ABD'nin temsil ettiği açık bir gerçekti. "Pax Americana", güç ilişkilerini neo-liberalizmin güvenlik ihtiyaçlarına göre inşa etmiş bir siyasal kompozisyonu işlevselleştirmiştir. 11 Eylül bu "pax"ın fiili gücünü olmasa da, siyaset bilimindeki kullanımıyla, "hegemonya"sını, yani "siyasal meşruiyet"ini tartışmaya açmıştır. Olayın bir yüzünde ABD'nin uğradığı menfur saldırının kabul edilemezliği varken, öbür yüzünde dünyanın yoksul bölgelerinin seslerini duymazdan gelmeye yaslanan bir "pax" vardır. Bu "pax" artık kurgusu itibariyle son derece tartışmalıdır. Bu nedenle terörizme karşı savaş yürüten ABD'nin, meşruiyeti elde tutması için öncelikle güç kullanması değil meşruiyet üretmesi, örneğin Filistin'de akan kanı durdurması gerekmektedir.

Bütün bu tabloya rağmen, "pax Americana"nın fiili gücü devam etmektedir. Lakin, "fiili güç" tek başına yeterli değildir, yeni bir meşruiyet çerçevesine ihtiyaç vardır. Bu köşede buna "yeni pax'ın ruhu" dedik. Bu bir ortak değerler sistemi olarak üretilemediği sürece, tüm dünyayı tehdit eden bir tehlike, bizzat "sistem"in işleyişinden türeyecektir.

Sistem, tam bir "yeni imparatorluk"tur. Kadim imparatorlukların "böl ve yönet" prensibine karşı, "entegre et ve yönet" mantığına dayanmaktadır. Bu nedenle, ne ABD AB'nin alternatifidir, ne AB ABD'ye karşı bir bloktur, ne de Rusya ve Çin hattı, soğuk savaş paradigmasına benzeyen bir tarzla ABD ya da AB ile çatışma halinde olabilir. Tüm bu unsurlar belli bağlarla birbirine bağlıdır.

Peki çatışma eksenleri yok mudur? Tabii ki vardır. Bırakın bu bloklar arasındaki çatışma eksenlerini, bizzat AB'nin içinde Almanya ve Fransa gibi "devletçi" gelenekten gelen odaklarla, İngiltere ve İtalya gibi "piyasacı" gelenekten gelen odaklar bile çatışma halindedir. Fakat bu çatışmalar, "entegrasyon"u parçalayacak düzeyde değildir, kalın çizgilerle çizilmiş "entegrasyon"un içinde daha ince çizgiler halinde görünürleşen çatışmalardır. Bu nedenle yeni durumu, "soğuk savaş"a gönderme yapmak için, "soğuk barış" dönemi olarak adlandırmak, parlak bir adlandırmadır.

Yeni imparatorluk'un, "entegre et ve yönet" politikası ise tam ve çıplak kaba güç ilişkilerine yaslanmıyor, yaslanamaz. Kaba ve çıplak güç ilişkilerine yaslanmak, meşruiyetin tamamen tükenmesidir; "sistem"in kendini topuğundan vurması demektir. 11 Eylül sonrasında, Afganistan'da başlayan sıcak çatışmalar yüzünden ve Irak'a olası bir saldırı takviminin işlemesinden dolayı, "meşruiyet" tartışmaları güç yitirmeye yüz tutmuşken, üstelik Filistin'de akan kan, terörün kendini haklı kılmak için ürettiği argümanları mazlum halklar zemininde yaygınlaştırıp radikalleştirirken, yeni bir "pax" için ortak siyasal değerler üretimine dönük arayışalar geriye düşmüş gözüküyor. Lakin bu durum sürdürülemez bir durumdur. Her şeye rağmen, "sistem" kendi kendinin tehdidi olmak istemiyorsa, güç ilişkileri üzerinden siyasal değerleri eğip büken değil, siyasal değerler üzerinden güç ilişkilerini yönlendiren bir rotaya girmek zorundadır, girecektir. Kaçınılmaz olan budur; çünkü siyasal değerleri güç ilişkilerine "önceleyen" bir duruşu üretemezse, sistemin "yeni imparatorluk" olarak adlandırılmasını mümkün kılan kurucu dinamikler yok olacaktır.

Bu nedenle herkes hesabını uzun farları yakarak yapmalıdır. AB'yi bir siyasal değerler sistemi olmaktan çok, bir güvenlik çerçevesi olarak görmek veya sadece jeo-politik zorunluluğun neticesi olarak istemeye istemeye ilişki kurulması gereken bir çerçeve olarak konumlandırmak, bu yazının başlığında ifade edilen "sistem"i yanlış okumaktır. Bu yanlış okuma, Türkiye'yi siyasal değerlerden boşanmış ittifak arayışlarına yöneltir ve Türkiye için Rusya, Hindistan, Çin ya da İran'ı merkezi müttefikler olarak görme yanılgısına düşürür.

Dünyanın yakın ve uzun geleceğinde, siyasal değerler bakımından "zayiat" haline gelmiş ülkelerin, güç ilişkilerinde başat rol oynaması diye bir şey yoktur. Tersini düşünmek, böyle düşünen ülkeleri "strateji zayiatı" haline getirir.


14 Mart 2002
Perşembe
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED