|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Anımsayan var mı; Yargıtay Susurluk Çetesi davasına ilişkin "gerekçeli kararı"nda neler diyordu: "Terörle mücadele adı altında da olsa, bir hukuk dışı örgütlenmeyle, devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak yürürlükteki yasalar yerine, kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak, devleti hukuk devleti olmaktan çıkarır..." " (Gelişmeler)... olayın derinliğine, devlet içini de kapsayacak şekilde çok yönlü araştırılmasını gerekli kılmıştır. Bu bağlamda yapılan soruşturmalar, ulaşılan bilgi ve belgeler, olayın arkasındaki bilgilerin çözülmesinin güç, karmaşık ve duyarlı makamları ve görevlileri de kapsayacak ölçüde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Mahkumiyet verilen sanıklar dışındaki kimi görevliler ile bunlara yardım edenlerin yargı önüne çıkarılmaları görevi, devletin yetkili organlarınındır..." Üç emekli generalin açıklamalarıyla hız kazanan, başka üç generalin daha katılmasıyla ayyuka çıkan "Korkut Eken'i ve Susurluk'u aklama, yargıyı baskı altına alma kampanyası"; Yargıtay'ın kararında yer alan diğer görevlilerin kimler olduğunu, daha da öte resmi politikaların nelerden ve nasıl oluştuğunu açığa çıkarmıştır. Üstelik bir itiraf dizisi halinde... Evet, Korkut Eken'in mahkumiyetine neden olan suçlar, bu kişinin "ordudan ayrıldıktan sonra, emniyet ve MİT'le ilişkide bulunduğu sırada işlediği suçlar" olduğuna göre, generallerin "Eken'e emirleri biz verdik" sözleri, gayrimeşru ve hukukdışı mekanizmalarının en üst düzeydeki varlığının bir itirafı olarak karşımızdadır. Generaller şöyle diyor: "Korkut Eken bir kahramandır, herşeyi bizim bilgimiz dahilinde yaptı..." Buna karşılık Korkut Eken ne diyor: "Çatlı'yla irtibat kurdum. Çünkü Avrupa'da çok gücü ve potansiyeli vardı. Görev teklif ettim, kabul etti. Özellikle Avrupa'daki PKK'lı liderlerin yerleri, faaliyetleri konusunda faydalı raporlar getirdi. Bugün çoğu siyasi Çatlı'yı tanımadığını söylüyor. Oysa Çatlı bakanların odasından çıkmazdı. Ben ise Çatlı'yı tanıdığımı söylediğim için cezaevine giriyorum..." Bir de, mahkeme kayıtlarında yer alan diğer hususlar var. Haluk Kırcı'nın söyledikleri ve Korkut Eken'in kabul ettikleri var. Eken, İsrail'in Hospro firmasınca hibe edilen Uzi marka suikast silahlarını, Mehmet Ağar'ın emriyle Çatlı'ya verdim diyor. Çatlı'nın görevinin rapor yazmakla sınırlı olmadığını itiraf ediyor. Ağar ise, bu emri verdiğini kabul ediyor, ancak bu iş devlet sırrı kapsamında olduğu için yargıya bilgi veremeyeceğini söylüyor... Ya Çatlı kimdi? "Bahçelievler katliamı"ndan aranan bir sanık... Bu, "Susurluk'un çuvalı"ndaki "yüzlerce pislik"ten sadece bir örnektir... İtiraf edilen suç işte budur... Peki, itiraf edenler kim? Dönemin MGK üyesi Genelkurmay Başkanı (Doğan Güreş), dönemin MİT Müsteşarı ve yine MGK üyesi Jandarma Genel Komutanı (Teoman Koman), dönemin Güneydoğu'daki Asayiş Bölge Komutanı (Necati Özgen) ve 14 orgeneralden oluşan komuta kademesinin kendi dönemlerinde parçası iki diğer orgeneral daha (Hasan Kondakçı ve Adnan Doğu)... Ayrıca, dönemin iki farklı Emniyet Genel Müdürü (Mehmet Ağar ve Saffet Arıkan Bedük) ve iki farklı Olağanüstü Hal Bölge Valisi (Hayri Kozakçıoğlu ve Ünal Erkan)... Bu durumda ortaya çıkan ürpertici tabloyu nasıl yorumlamak gerekir? Bu meselenin, paşaların saflığıyla, aslında başka şey söylemek istedikleri iddiasıyla sulandırılacak bir tarafı yoktur... Olay, Susurluk skandalının ana gövdesinin çözülmeye başlamasından ibarettir.. Bu ana gövde, bu sütunda defalarca yazdığımız gibi, devletin bizzat kendi raporlarında itiraf edildiği gibi, "Susurluk istenmeyen unsurları bertaraf etmek için yasaların ve yasallığın ötesine taşma politikasının, bu çerçevede sistemleşmiş, devletleşmiş gayrimeşru ilişkiler ve eylemler şebekesinin kanlı öyküsüdür." Kutlu Savaş'ın hazırladığı devlet raporunda, diğer itiraflar arasında "Yeşil'in MİT ve Diyarbakır Asayiş Komutanlığı'nda çalıştığı, Muş'ta valinin, emniyet müdürünün, bölge komutanının bulunduğu toplantılara katıldığı, Vedat Aydın ve Musa Anter'i bu kişinin öldürttüğü" itirafının yer aldığını ne çabuk unuttuk... Susurluk Araştırma Komisyonu'na ifade vermeyi tepeden bir tavırla reddeden Orgeneral Teoman Koman'ın NTV'deki bir televizyon programında "Yeşil denen şahsı bölgede görev yapmış olan herkes tanır" sözleri ne çabuk rafa kalktı... Ya da emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün, Yeşil'le defalarca telefon irtibatı kurduğunu belgeleyen resmi evraklar hangi ellerin gayretiyle buharlaştı?.. Hatırlayın, Susurluk davasında hüküm veren Mahkeme Heyeti ne diyordu raporunda: "Silahlı teşekkülün ancak bir bölümü yargılanmıştır; devletin koruma kalkanı bazılarını korumakta ve bu hukukun üstünlüğü ilkesine zarar vermektedir, bu çerçevede yasa dışı uygulamalar, keyfilik vardır. Suç işleyen yüksek bürokrat ve siyasetçiler de yargı önüne çıkarılmalıdır. Ama bunu engellemek için siyasi ve yasal düzenleme ve manevralar yapılmaktadır..." Evet, aslında gerçek çıplaktı. Şimdi yapılan itiraflarla bu çıplaklık iyice görünür hale gelmiştir... Şimdi sıra yargıda...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |