T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sürekli kriz, sürekli geçimsizlik ve sürekli huysuzluk!..

Bu sözlerimle kötüye giden bir evlilik ilişkisinden sözediyor değilim. Bizim devletin hali bu...

Bizim devletin kendi vatandaşlarıyla yaşadıkları aynen böyle...

Hatta, sürekli krizin, sürekli geçimsizliğin ve sürekli huysuzluğun arkasından tek tatraflı bir şiddet geliyor. Kendi vatandaşıyla bu kadar geçinemeyen, ona bu kadar kötü davranan, kuşkucu yaklaşan ve sürekli hır çıkartan başka bir devlet var mıdır bilemiyorum.

Görünen ortada...

Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu ülke huzur yüzü görmedi.

O zamanlar sebep belliydi. Kuruluş yıllarının sorunları, isyanlar, İkinci Dünya Savaşı ve ardından gelen soğuk savaş yılları...

Türkiye'nin etrafını çeviren düşmanları...

İçerdeki devlet ve cumhuriyet düşmanları...

Muhtemel düşmanlar...

Böylece neredeyse 70 yıldır memleket sıkıyönetimler ve olağanüstü hallerle yönetildi.

Bu arada, bugünlerde bazı liberal görünen faşist kafaların ileri sürdüğü tezlere göre, bu devletin 'kendini savunma refleksi'ne bağlı olarak yasalar ve uygulamalar da sıkı yönetim koşullarına uyduruldu.

Memleketin anayasası, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un da ifadesi ile bir polis tüzüğü anlayışına göre yeniden düzenlendi. Devletin birliği ve bütünlüğü anlayışı karşısında bireyin en temel hakları ve özgürlükleri bile hiçe sayıldı, sayılıyor.

Öyle ki bu anlayış, şimdi de bir özgürlükler klubü olan ve Türkiye'yi, tam üyelik için bu konudaki Avrupa kriterlerine uymaya çağıran Avrupa Birliği'ni dahi bölücü olarak suçlayabiliyor.

Memleketimizde krizlerin, huzursuzlukların, bunalımların ve şiddetin bir bölümü takvime bağlı olanlar.

Devletin ajandasında neredeyse boş yer yok.

Kutlamalar, anma günleri, yıldönümleri, hatta vatandaşların şu ya da bu kesimi için önemli olan, kutsal olan, ama devletin tehdit olarak gördüğü özel günler...

Takvim yaprakları kırmızı işaretlerle dolu...

İşte mart ayı...

İşte mayıs ayı...

Devletin diken üstünde olduğu aylar.

Mart ayındaki en önemli 'tehlikeli gün' Nevroz...

Halkın neredeyse tamamının çeşitli şekillerde de olsa bayramı olan Nevroz'u tehlike olarak değerlendirilmesi ve güvenlik güçlerinin alarma geçirilmesi bu kuşucu ve geçimsiz ruh halinin en bariz belirtisi olarak her yıl karşımıza dikiliyor.

Sonra sırada 1 Mayıs var...

Biri baharın karşılanışını, diğeri ise emekçilerin bayramını simgeleyen iki önemli günün 'savaş günü' olarak nitelendirilerek, ülkenin bütünüyle olağanüstü bir havaya sokulması yine yukardaki hastalıklı zihniyetle ilgili. Bir de, yılın herhangi bir günü servise sokulabilen, şartlara göre gündeme getirilen mevcut krizler, hassasiyetler var.

Bunları, 'devletin temel politikaları' olarak nitelendiriyorlar. Hatta ' Milli politika' diyorlar.

Şeriat akımları ya da laikliğe karşı hareketler, bölücülük, AB yanlısı olmak, insan hakları ve hukuk devleti savunuculuğu bu kategoriye giriyor.

Nevroz, diyelim ki takvime bağlı rutin krizlerden. Bir de başörtülü çocuklara yönelik zulum var. Başörtüsü ve türban 'milli politika' çerçevesinde zaman zaman ortaya çıkartlılan huzursuzluklardan bir tanesiydi.

28 Şubat'tan bu yana süreklilik kazandı.

El altında tutulan başka kritik hassasiyetler de mevcut. Etnik farklılıklar,mezhep farklılıkları, tarikat farklılıkları vb..

Netice olarak devlet ajandasını dolduran mevcut ve muhtemel tehlikeli günlere, kendine göre huzursuzluk kaynaklarına, kriz ihtimallerine ve kendi değerlerine tehdit olasılığı taşıyan ama halkça muteber her türlü değere karşı tedbir almaktan, yasak koymaktan ve bu konularda hır çıkartmaktan aslı görevini yerine getiremiyor.

Ya da özellikle bunu yaparak aslı görevini yerine getirmiyor. Vatandaşların huzur, güven ve refah içinde yaşayabilmesi için gerekli adımları atmıyor.

Sürekli geçimszlik, sürekli huzursuzluk ve sürekli kriz yaratarak,vatandaşlarla arasındaki yazılmamış anlaşmayı sürekli ihlal ediyor.

Bunun için, esas itibarıyle vatandaşlara yönelik gerçek tehditlere karşı koymak üzere vatandaşların vergileriyle oluşturulmuş olan güvenlik güçlerini, bir tehdit olarak ona karşı kullanıyor.

Bunun son örneğini Nevroz olaylarında bir kere daha gördük.

Devlet, vatandaşların bayramını silahlı güçlerini kullanarak engellemek istedi.

Bu nedenle olaylar çıktı, kan döküldü.

Amaç, söz konusu vatandaşları kanunlara, devlet nizamına karşı bir başkaldırış içinde göstermekti.

Bu sefer oyun tutmadı.

Krizlerden, huzursuzluklardan medet uman huysuz, geçimsiz ve ceberrut devlet anlayışı gün gibi ortaya çıktı.

Devletin gölge etmediği, karışmadığı, yasaklamadığı Nevroz gösterilerinde tek bir olay çıkmazken, yasaklamaların olduğu yerlerde kan döküldü, gözaltı olayları ve şiddet yaşandı.

Son Nevroz gösterilerinden alınacak çok ders var. Bu derslerin en önemlisi bu devletin vatandaşı ile geçinmeye, onunla gönül rızasını alarak birarada yaşamaya bu devletin kesinlikle niyetinin bulunmadığıdır. Onların, Türkiye'yi bölecek gerekçesiyle girmek istemediği AB üyesi devletler vatandaşların ne inançları, ne kıyafetleri ne de bayramları tehdit kabul edilir.

Türkiye AB'ye girerse devletin ajandasındaki tehditlerin nerdeyse tümü birden ortadan kalkacak.

Yoksa korkuları bundan mı?


25 Mart 2002
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED