T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
'Eşrefi mahlukat olma'nın neresine düşer kalbimiz

Hayatın ve isyanın kardeş olduğu, çok ama çok derinlerde, ışığın sızmadığı hafızamızın "iç denizleri"nde kimselerin bilmediği, herkesten sakladığımız acılarımız ve sadece bize ait olan bir hayat vardır.

"Eşrefi mahlukat olmanın" en trajik yalnızlığı o dipte başlar. O "iç denizler"den çıkarıp, başkalarıyla buluşturduğumuz en "insan" tarafımız zamanla ölür belki de... Ama hafızamızın derin sularında biriken o hiçbir zaman açıklanamayan anlamlar, sırlar, gün geçtikçe ağırlaşan umutlar ve hüzünler insan olmanın en dayanılmaz cazibesini oluşturur....

İşte bu yüzden, okumak için gittiği okulunun kapısında küçücük bileklerine kelepçe vurulan kızların kanayan umutlarını görünce "insan" olmanın ne zor bir sınav olduğunu anlarız.

Bu yüzden, birbirimize akan nehrimizin dibinden vurgun yemiş balıklar gibi dağılırız "başkaları"nın kıyılarına...

Ve en ağır sırlarımızda düğümlenip kalır insanlığımız...

Sanki bir şeyler eksik hayatımızda. İnsan kalplerinde tuhaf bir "cinayet" ortaklığının utancı var sanki...

Biliyorum, hiçbirimiz okumak isteyen genç kızlara "kelepçe" vurmadık, Güneydoğu'da Kürtçe konuştuğu için başka türlü bakılan insanların karşısında bir "yasakçı" gibi durmadık, gencecik oğlunu şehit veren annenin yüreğine ateşi biz düşürmedik.

Ama yine de tuhaf bir şeyler var bu işte. Mesela, anlamsız olduğunu bile bile sorumlusu olmadığınız acılardan ve zalimliklerden dolayı eziklik içinde özür dilemek nasıl bir şeydir bilir misiniz?

Mesela, öldürmenin zalimliği karşısında, o acıyı hissetttiğinizde zalimi durduramamak nasıl bir yangının küllerini akıtır "insan olma"nın nehirlerine...

İşte bir insan olarak, çok özel anlarınızda hafızanızın "iç denizleri"ne daldığınızda bu ülkenin kalbine ağır bedeller ödenerek yazılan bütün o olaylar, sözler ve anlamlar da sizinle birlikte dibe çöker.

Ülkenizin üzerine çöken utanç sisini her gördüğünüzde, bütün öfkeler, yeminler, isyanlar ve verilmiş sözler boğazınızda düğümlenir, susar kalırsınız... Bunca acıyı yaşayan insanların yanından başınız önde eğik geçip gidersiniz. Kimbilir, belki de ağlamak istersiniz ama utanır ağlayamazsınız...

Ne kadar konuşulacak çok şey var bu ülkede. Hukukun, demokrasinin, özgürlüğün ve insan gibi yaşamanın sadece başkalarına ait olduğunu iç kanatıcı bir umursamazlıkla kabullenmek zorundamıyız mesela...

Mesela barış bizim neyimiz olur, "eşrefi mahlukat olma"nın neresine düşer kalbimiz...

Belki de her şeye yeniden başlamalıyız, şehirlerin vicdanını yeniden bulmalıyız... "Resmi Türkiye"nin kapılarında sevgileri, umutları kaybolanların ağıtlarını "eşrefi mahlukat" olmanın güzelliğinde yeniden kaşfetmeliyiz...


25 Mart 2002
Pazartesi
 
MEHMET OCAKTAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED