T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Konya'nın medeniyet dinamizmi ve modeli

Geçen hafta "döndüm dolaştım" ve sonunda soluğu Konya'da aldım: Ve tabii gönülleri, ruhları fethederek; çağları, yüzyılları ışıtarak, aydınlatarak, aşarak gelen, o engin, zengin ve imaginatif pergel metaforuyla "bir ayağımı" sağlam ve muhkem bir şekilde "bura"ya / İslâm'a basmamı, "diğer ayağımla" tüm dünyalara ve ufuklara açılmamı öğütleyen "her dem çağdaşım" ve çağdaşlık kaynağım Üstâd-ı zam Hz. Mevlânââ'yı ziyaret ettim. MÜSİAD Konya Şubesi'nin bütün bir yılboyunca her hafta gerçekleştirmeyi planladığı ve yeni başlattığı konferanslar dizisinin, "Küreselleşme Nereye Koşuyor?" başlıklı bir sohbet başlığıyla geçen haftaki konuğu oldum. Seçkin ve hasbî bir "dost grubu"yla üç saati aşkın bir beyin fırtınası yaptık: Bütün bir medeniyetler tarihinde yatay ve dikey, dünden bugüne, bugünden geleceğe derinleştikçe verimleşen bir zihinsel seyrüsefer gerçekleştirdik.

Konya'da öğrenci sayısı 60 bin'i, öğretim kadrosu sayısı ise 3.500'ü bulan devasa bir üniversite var. Ama üniversitenin varlığı ile yokluğu arasında bir fark yok! Bu devasa üniversite'nin üzerine "ölü toprağı" serpilmiş ve koskoca üniversite ilim ve irfan yuvası değil de, insan öğüten, nitelikli ve yetenekli beyinleri "cadı kazanı"na fırlatıveren bir "enver usta makinası"na dönüşmüş gibi sanki.

Nicelikle niteliksizlik arasındaki bu ters orantı, yani sadece Türkiye'de değil, dünyada bile tarihsel, kültürel ve entelektüel derinliği bakımından eşine az rastlanır bir büyük şehrin, Anadolu'da bir zamanlar tarihin en büyük kültürel ve entelektüel devrimine beşiklik ve tanıklık etmiş; İslâm'ın derûnî dünya tasavvurundan beslenen ve bugün bile dünyanın ilgisiz kalamadığı esaslı bir insan, kültür, düşünce, iktisat ve toplum modeline yatak ve kaynak olmuş bir payitaht şehrinin üniversitesinde düzeysizliğin; düşünsel, bilimsel ve kültürel "sessizliğin" ve verimsizliğin hükümfermâ olması, insanı ürkütüyor.

Aslında "popülasyon" ve "habitasyon" bakımından böylesine dev bir üniversite'nin dün olduğu gibi bugün de Konya'nın büyük düşüncelere, kültürel açılımlara ve atılımlara kaynaklık etmesi beklenirdi. Çünkü eşyanın doğası bunun gerektirir.

Oysa İslâm "üniversite"leri model alınarak kurulan Oxford, Sorbonne gibi Frenk üniversiteleri hâlâ bilimsel, kültürel ve düşünsel hayatiyetlerini, atılımlarını ve yaratıcılıklarını sürdürürlerken, Anadolu Selçuklu Medeniyeti'nin atardamarı, kalbi, gözü, gönlü ve ruhu olmuş ve bugün de -Türkiye dışında!- tüm dünyanın gözünü, kulağını, gönlünü ve ruhunu cezbedebilen bir medeniyet kurucusu şehrin üniversitesinin bu şehrin medeniyet kurucu birikimine, ruhuna, derinliğine kör ve sağır olması, üstüne üstlük bu ruhu yaşatmaya çalışan insanlara, Konya halkına, Konya kültürüne, "Konya medeniyeti"ne bu denli uzak durması, yabanıllaşması; aslında zihinsizleştirilmiş, sığ, pozitivist, oryantalist modernleştirme veya tabansız, "tenekeden tayyare" / içi boş, kof sekülerleştirme tecrübesinin fiyaskoyla sonuçlandığının, bu toplumun önünü tıkadığının, ruhunu, dinamizmini, heyecanını tüketmekten başka bir işe yaramadığının en somut göstergelerinden biri olsa gerek.

Oysa Konya, dünyaya İslâm'ın engin, derinlikli, gönülleri ve ruhları fetheden ve halen de Türkiye dışında dünyanın ilgisiz kalamadığı bir insan, kültür, düşünce, toplum ve ekonomi modeli icat etmiş ve bunu dünyaya armağan etmiş bir sertaht.

Osmanlı'nın da esin ve besin kaynağı olan "kurucu aklı"nın, dinamiklerinin özünü oluşturan bu insan, kültür, düşünce, toplum ve ekonomi modeli, bugün akıl tutulması yaşayan seküler, yabanıl elitlerin bilinçli-bilinçsiz engellemelerine rağmen Konya'nın derinlikli ve engin mirasına sahip çıkan Konya halkına b/esin kaynağı olmayı sürdürüyor. Örneğin tüm olumsuzluklara, engellemelere -ve tabii tecrübesizliklere- rağmen Konya, "Anadolu Kaplanları" olarak adlandırılan, bence "Anadolu'nun Yeni Mimarları" olarak tarihsel bir işlev gören bir ekonomik atılıma, açılıma ve modele öncülük etmeyi başardı. Ülkede sadece kendi bencil çıkarlarını düşünen kimi güç ve çıkar çevreleri bu atılımcı ve açılımcı insanların, öncü kişilerin önüne takoz koymak yerine, önlerini açmış, türlü şekillerde destek vermiş ve bu desteği tüm Anadolu insanının dinamizmini, enerjisini, engin ruh dünyasını harekete geçirecek şekilde bütün bir ülke sathına yaymış olsaydı, Türkiye bugün yaşadığı ekonomik, siyasi ve kültürel felaketi ve bunalımı yaşamayabilirdi.

Ancak bu seyahatim sırasında Selçuklu Medeniyeti'nin sertaht'ı Konya'nın insanının bu medeniyetin gönülleri, ruhları fetheden dinamizmini, hayatiyetini sürdürmekte sabırla, metanetle, ferasetle ve basiretle kararlı olduklarını gözlemledim. "Anadolu Kaplanları"nın mucidi ve mimarı Konya'lı öncü kişilerin tam birer gönül eri ruhuyla yakın geçmişin yanlışlıklarını, zaaflarını ve önlerine konan engelleri aşma konusunda son derece zekice hareket ettiklerine, daha kalıcı, daha uzun vadeli ve uzun soluklu projelere imza attıklarına tanık oldum. Örneğin ben Konya'ya varmadan birkaç gün önce İngiltere'nin Türkiye ile kurmayı tasarladığı yeni ticari ilişkileri Konya'dan başlattığını anlattı Konya'lı dostlar. Ayrıca yabancı sermaye ile kurulan yeni ilişkiler sadece İngilizlerle de sınırlı değil. Amerika'dan Uzak Asya'ya, Avrupa'ya, Türkî Cumhuriyetlere ve Ortadoğu ülkelerine kadar dünya sathına yayılmış durumda. Bu yeni ticari ilişkiler, henüz girişim ve oluşum safhasında ama görüştüğümüz işadamı dostlar, bu girişimlerin hem Konya, hem de ülke ekonomisine yeni bir canlanma getireceğinden emin/di/ler.

Konya'nın derinlikli medeniyet modelinin ilham kaynağı olduğu kültür, sanat, düşünce hayatının kalbi de, insan öğüten "enver usta makinası"na dönüşen üniversitenin dışında atıyor. Üniversite'nin harekete ve hayata geçiremediği potansiyel, Konya'nın birer gönül eri olan öncüleri ve Gramsci'nin deyişiyle "organik aydınları" olan Konya aydınlarının gönüllü ve özenli çalışmalarıyla harekete ve hayata geçirilmeye çalışılıyor. Örneğin ikisi de birer "kurum gibi" çalışan Meram Belediye Başkan Yardımcısı Ahmet Köseoğlu ile MÜSİAD'ın konferanslar dizisinin beyni (ve Yenişafak bölge temsilcisi) Lokman Koyuncuoğlu'nun Türkiye Yazarlar Birliği'nin Konya Şubesi bünyesinde hayata geçirmeye çalıştıkları çok yönlü, çok boyutlu program bunun en çarpıcı örneği. Her hafta farklı bir konunun masaya yatırılacağı ve bir yıl boyunca düzenli olarak sürecek programla Konya'nın sertahtlık ettiği Selçuklu Medeniyeti'nin kültür, düşünce ve sanat birkiminin haritasının çıkarılması ve bu birikimin yeni bir dille yeniden icat edilmesi ve çağdaşlaştırılması amaçlanıyor. Bu zengin etkinliğin Konyalı aydınlar ve akademisyenlerin katkısıyla gerçekleştirileceğini de vurgulamakta yarar görüyor ve Konya'nın bu öncü gönül ve eylem erlerini, "organik aydın"larını yürekten kutluyorum.

Kısa vadede olmasa bile orta ve uzun vadede Konya'nın Selçuklu Medeniyeti'nden aldığı ilhamla, kendi ruhunu, dinamizmini, enerjisini harekete geçirerek yepyeni modellerin inşasına aracılık ve kaynaklık edeceğini tahmin etmek hiç de kehanet olarak görülmemeli. Artık vakit geldi çattı ve "Anadolu'da üretim ve bereket mevsimi" başladı.


25 Mart 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED