|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumhurbaşkanı'nın yetkileri tırpanlanıyor, iletişim araçları bir avuç patronun tekeline veriliyor, siyasette kural-dışı mücadele yaygınlaşıyor, tüm bunlar sistemin sıkışma eğilimine işaret ediyor. Gerçekten her alanda kriz her geçen gün daha da şiddetleniyor. Krizi bitirmesi ve her alandaki düğümleri çözmesi gereken "siyasi irade" ortada olmayınca, otoriterleşme eğilimleri ve gündelik hayatın kodlarına sirayet eden şiddet yükseliyor. Gerçekten her alanda tırmanan bir şiddet var. Şiddetin kendini en açık gösterdiği yer ise siyaset sahası. Siyaset sahasına hakim olan haksız rekabet kuralları tüm acımasızlığıyla işliyor. Türkiye bugün, geçtiğimiz seçimlerde siyaset yapmayarak, siyaseti sıfırlayarak yükselmiş üç parti tarafından yönetiliyor. Bu üç parti de siyasetin sıfırlanmasını devamlı kılmak üzere hükümet ediyorlar. Üstelik böyle bir hükümet faaliyetinin adı da "istikrar" olarak konulmuş durumda. Siyaset alanına tam sağ pres uygulayan refleksler buradan güç alıyor. Bu durumda siyasetin yenilenmesi, statüko tarafından "tehdit" olarak algılanıyor. Hatta bunun dozu o derecelere varıyor ki, bizzat "siyaset" denen toplumsal faaliyet zararlı bir faaliyet kategorisine "öteleniyor" kolayca. Sonuçta, siyasetin sıfır noktasında durmak istemeyen, siyasete yeni bir ruh ya da hareket üflemek isteyen her faaliyet, kural-dışı bir mücadelenin "nesne"si haline geliyor. Siyaset alanında şiddet yükseliyor. Kimi siyasi partileri, siyaset-dışı odaklarla kavgalı hale getirerek off-side'a düşürme en bildik şiddet biçimi oluyor. Öte yandan özgürlükler bizzat şiddet nesnesi haline geliyor. Düşünce özgürlüğü başta olmak üzere, her türlü özgürlük hemen ağır darbelerle karşılanıyor. Ardından örselenmiş bir düşünce hayatı ile kendine çeki düzen vermeye çalışıyor Türkiye. Şiddet, şiddeti besliyor ve neticede, en temel insani faaliyet alanları yoğun bir baskı altına giriyor. Haber alma hakkı tam bir şiddet altında. RTÜK yasası bunun ifadesi. RTÜK yasası adına Meclis'in içine düştüğü durum, şiddetin artık millet iradesini temsil etmesi gereken alanda bile yer edindiğini gösteriyor... Hukuk şiddete maruz kalıyor. Cumhurbaşkanı'na yönelik sistemli yıpratma kampanyası ve Cumhurbaşkanı'nın hukuk adına ortaya koyduğu performansın kısıtlanması arayışları, hukuku önceleyen faaliyetleri görünürleştiriyor. Ekonomi alanında da aynı şiddet devam ediyor. İnsanların kendi ceplerine, ihtiyaçlarına ve sıkıntılarına rağmen, bambaşka bir ekonomi algıları olması gerektiği dayatılıyor. Büyük şirketlerin bilançolarının yansıttığı tablonun dışında bir Türkiye tablosu arzulanmıyor. Bu tabloya itiraz etmek, bu tabloya karşı bir irade beyanında bulunmak, derhal büyük bir tepki ile dışlanmaya çalışılıyor. Tüm bunlar sistemi daha çok sıkıştırıyor. Böylece Türkiye daha içe kapanmacı dinamiklere teslim oluyor. Sistemin dinamiklerini genişletecek, daha geniş bir alana ve daha üst bir düzleme çıkılmasını temin edecek "siyasi irade" ise yok ortada. Bunun maliyeti her geçen gün artıyor. Sadece siyasi yapısı ile değil, sosyolojisiyle, ekonomisiyle ve kültürüyle şiddete teslim olan bir ülke haline geliyor Türkiye. Gidişat hiç iyi değil... Türkiye'nin acil bir seçime, yenilenmiş bir siyasi iradeye olan ihtiyacı, sadece siyasetin değil, sistemin ihtiyacı haline gelmiş durumda...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |