T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Kurbağa

Halktan kopmayan, halkın arasında dolaşan gazeteciler renkli insanlarla tanışır, meslek sayesinde elde edilen talihtir bu. Başkan Osman Şansal'ın seçim sonunda görevi devralmasıyla Necdet Çakır'ı tanıdım. Bu sporsever, geniş omuzlu ama kollarını gövdesine bastırıp da geziyor, suratında sevimli bir asıklık mevcut.

Geçen aylarda Helsinki'den 450 kilometre uzaklıktaki Seijenoki kentine giderken otobüste bana "Kurbağa ile ilgili ne biliyorsun?" diye sorarak, anlatmamı istediler. Naz yapmadım, birşeyler söylemeliydim, söylenmeliydi ki, yol bitmeliydi. Şunları sıraladım: "Çenesi, akciğeri ve gözkapakları yoktur, denizde, karada, çölde, nehir kenarlarında ve hatta ağaçların üstünde yaşar. Bütün canlıların aksine dişileri erkeklerinden daha iridir. 2700'ü bulan türünden 2699'u yumurtlar, Afrika'da yaşayan bir türü ise doğurur. Arka bacakları cambaz donuna benzer, viyaklamalarıyla baharın geldiğini müjdeler. Kurbağanın bulunduğu yörelerde tarım ilaçı kullanmağa gerek yoktur, çünki, doğanın en güvenilir bekçilerindendir. Örümcek lavralarını, zararlı böcekleri yiyerek beslenir. Dünyadaki türleri arasında en küçüğü 12, en büyüğü ise 30 santimetre iriliğindedir. Çağlar boyunca kuyumcular kurbağanın gözlerine bakarak mücevher işlemişlerdir. Çok temiz bir yaratıktır ki, günde en az 20 kez boy abdesti alır..."

Sözlerime nokta koymuştum ki, Necdet Çakır, otobüsün arka sıralarından kalkıp hürmetle elimi öptü. Ama ne öpüş! Dizlerini kırıp eğildi ve en az beş kere sağ elimi alnına götürdü. Meğer Necdet Çakır'ın lakabı kurbağa imiş! Anlattıklarım da pek hoşuna gitmiş. Aramızda bir samimiyet doğdu ya, yaramaz çocuklar gibi takılmalarını sürdürdü: Uçakta ikram arabasından birşeyler alıp önüme yığmak, sonradan ihbar ederek gülmek, Kırkpınar Ağası'nın tesbihini çalıp saklamak, altın madalya kazandığımızda beni omuzlarına almak, sodayı votka kadehinde içerek sarhoş taklidi yapmak, Bakü'deki Avrupa Oteli'nde mikrofon önüne gelip konuşurken, arkamda koruma gibi ciddiyetle durması, hiç yoktan meydana getirdiği kahkaha tufanlarının bir bölümü. Gülmeyi doğrusu herkes gibi ben de severim.

Avrupa'da, Japonya'da, Birleşik Amerika'da ardı-ardına gülme kursları açılıyor, üst düzey yöneticiler bu kurslara devam ederek alabildiğince kahkaha attıktan sonra işlerine dönüyorlar, verimleri de artıyor. İstanbul'da, Seijenöki'de, Sofya'da, Patras'ta ve Bakü'de Necdet Çakır, namı diğer Kurbağa, Türk Kafilesinin uğur böceği olup çıktı. Bu yakınlarda yeni bir kitap yazdığımı duymuş, heyecan ve sitem dolu konuşmalarından sadece şu bölümü hatırlıyorum: "-Ağabey, neden bana kitap vermedin? Okumam-yazmam var, ayrıca üniversite mezunuyum. İstersen diplomamı alıp da yanına geleyim..." Necdet Çakır'ın döviz bürosu varmış. Para işi yapanlar, Mark'a "sakal", Amerikan Doları'na "yeşil", Euro'ya "yumoş" diyorlar, bundan esinlenerek ben de O'na "Dolares" adını takıp, kurbağayı suya fırlattım. Şu Necdet Çakır, renkli insan doğrusu...

YAKUP TOPUZ

Güreş camiasında şakalaştığım ender kişilerden biri de 1994 yılında Serbest Güreş Milli Takımımızı İstanbul'da Dünya Şampiyonu yapan antrenör Yakup Topuz'dur. Dış gezilerde biraraya gelip, zaman-zaman gülme seansı yapıyoruz. Haddini bilip ileri gitmiyor ama O'na takılacağım ya, bazan "Yakup Topuz, kantarın topuzunu kaçırma!" diyorum ve susuyor.

ŞEVKİ KOLUKISA

Güreş Federasyonu'nun Teknik Kurulu'nda genç, dinamik, efendiliği yüzünden okunan teknisyenlerden biri de Doçent Dr. Şevki Kolukısa'dır. Bakü'de otobüsün ön koltuğuna oturduğumda Yakup Topuz da yanıma gelip kuruldu. O sırada Doçent Dr. Şevki Kolukısa göründü. Yakup başladı bu arkadaşın ne kadar değerli bir bilim adamı olduğunu anlatmağa. O zaman: "-İyi hoş amma dünyanın en cimri adamıymış. Eli cebine gitmezmiş" dedim. Yakup, söylediklerime karşı çıkıp yeniden Şevki Hoca'yı övmeğe başladı. O'na dönüp, "-Dediklerimi Hoca'ya da söyle!" dedim. Yakup, Şevki Hoca'yı çevirip iddialarımı sıralayınca "-Senin de Ankara'da 4 dairen, 2 dükkanın var ama kimseye çay ısmarlamazsın" cevabını aldı. İkisi birbirine giriyordu ki, müdahale ettim: "Söylediklerim sadece şakaydı. Soyadın Kolukısa olduğundan böyle bir yakıştırma yaptım, ne Yakup anladı ne de sen." Hep birlikte güldük.


15 Mayıs 2002
Çarşamba
 
ALİ GÜMÜŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED