|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Filistin topraklarında yaşananlardan sonra 'terör' kavramı yeni bir anlam kazandı: Acımasızlık, insan hayatına kast eden eylemler, suikastlar, evleri yerle bir edip insanları bacaklarından sürüklemeler, toplama kampları, eğer bunu bir 'devlet' yapıyorsa, 'terör' sayılmıyor. Buna karşılık, tek bir kişinin, göğsüne bağladığı bombaları patlatarak gerçekleştirdiği eylem, arkasında bir 'devlet' bulunmadığı için, 'terör' sayılıyor... Mart ayı sonunda 29 kişinin hayatını kaybettiği, 12 Nisan günü Kudüs çarşısında altı kişinin canını alan ve geçen hafta Rishon Letzion kasabasında 15 kişinin hayatına mâl olan bombalı intihar saldırıları, İsrail'e göre, birer 'terör eylemi'. Filistin yönetimi, Yaser Arafat ve dünya kamuoyu da onların birer 'terör eylemi' olduğunda müttefik. Buna karşılık, uçak, helikopter, tank, top, makinalı tüfek kullanan İsrail'in, bir ayı aşkın süre içerisinde binlerce Filistinli'yi öldürmesi, devlet eksenli yeni tanımına göre, 'terör' değil... Siz bu işte bir haksızlık görmüyor musunuz? Terörün tanımı 'devlet' ile doğrudan irtibatlandırıldığında, İsrail açısından, mevcut durumun (statükonun) olduğu gibi korunmasına çalışmak kaçınılmaz hale geliyor. İsrail herkes tarafından tanınan bir ülke olarak varlığını sürdürürken, Filistin'e devlet statüsü tanınmaması, aynı coğrafyayı paylaşan iki toplumdan birine üstünlük sağlıyor. İsrail, herhangi bir bahaneyle, Filistin'e saldırabilir, buna karşılık Filistin'in cevap verme hakkı olmaz. Hatta, umutsuzluğun beslediği bireysel eylemler de, Filistin'deki 'günah keçisi' siyasi yapıya fatura edilebilir. Aylardan beri olduğu gibi... Likud Partisi Kongresi'nin, geçtiğimiz hafta sonu, eski başbakan Benjamin Netanyahu'nun girişimiyle benimsediği, "Hiçbir zaman bir Filistin Devleti oluşumuna razı olunmayacağı" yolundaki kararını 'devlet' eksenli yeni terör tanımı ışığında değerlendirmekte yarar var. 11 Eylül'ün sağladığı güvenlik şemsiyesine sığınarak emekleme dönemindeki Filistin Devleti'nin altyapısını tahrip eden İsrail, iktidardaki Likud Partisi'nin bu kararıyla, son 50 yılın bütün çabalarını boşa çıkartacağını ilân etmiş bulunuyor. Son 50 yıla damgasını vurmuş en ciddi uluslararası ihtilâfların başında gelir Arap-İsrail sorunu... 1948, 1967, 1973 savaşlarının ardından 'barış' beklentisine girilmişti. Enver Sedat'ın Kudüs'ü ziyareti üzerine (1977) Camp David'te ikili bir anlaşma kotarıldı. Oslo süreci Madrit'i getirdi. Sadece Ürdün ve Lübnan değil, Filistin de, "İsrail Devleti'nin varlığını tanıdı" ve 'beraber yaşama' yolunda nihâî adımı atmaya râzı oldu. Bill Clinton'un son yurtdışı gezisinde katıldığı bir oturumunda, Filistin Parlamentosu, İsrail'in yokedilmesi ile ilgili cümleyi temel yasasından çıkardı. Clinton'lu aynı oturum, Filistin Parlamentosu'nun İsrail'in varlığını resmen tanıdığına da tanıklık etti. Bu sürecin önemli bölümlerinde, kâh diplomat, kâh dışişleri bakanlığı müsteşarı, bazen de başbakan olarak Netanyahu'nun katkısı var; ancak, aynı Netanyahu, İsrail saldırılarının ardından, iktidardaki Likud Partisi'ni, "Filistin Devleti asla tanınmayacak" noktasına sürüklemiş bulunuyor. Netahyahu ve onun yanında yer alan Likudlular, 'teröre sapmak' ile suçladıkları Filistin yönetiminin devamından yanalar, ancak Filistin'deki yapının devlet haline dönüşmesine karşılar. Oysa, herkes biliyor, yakındıkları şartları doğuran bu kaypak yapı. İsrail'de kamuoyuna egemen olan barış-karşıtı kadro, uzun ve gerçekten ömür törpüsü çabaların sonucu olarak ulaşılan Filistin'de yarım yamalak bir devlet yapısı oluşmasını da içeren 'barışı' berhava etmeye karar vermiş görünüyor. Devlet gücünü kullanarak gerçekleştirilen binlerce Filistinli'nin hayatına mâl olmuş saldırıların suskunlukla karşılanması onlara bu fırsatı verdi. Zihinlere yerleştirmeyi başardıkları 'devlet eksenli terör tanımı', son gelişmelerin iyice umutsuzluğa sevk ettiği Filistinliler'i her geçen gün biraz daha zora koşacaktır. Her istediğini yapabilen İsrail devleti ve her şiddetli itirazlarını 'terör' olarak kabul edecek bir dünya karşısında çok çaresiz kalacak Filistinliler... Kimse gül bahçesi vaad etmemişti, ama bunca umuttan sonra nasibimize düşen kan ve gözyaşı mı olmalıydı?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |